Bir tarafı dutluk bir köşede bimarhane şimdiki Sağlık Müzesi, kuzey köşesinde hamam, güney kıble yönünde Sultan Camisi, hamam ile cami arasında sıbyan mektebi Taş Mektep.

Dikdörtgen alanın köşelerine yerleşmiş eserler aralarındaki boşluklarda park yeşil alan olarak değerlendirilmiş. Bir tek boşluk hamam bimarhane taş mektebin sınırladığı boşluk yeşil değil top sahasıydı.

Sultan Camisi’nin top sahası dediğimiz o devirde harbiden futbol oynanan top sahaları dahi topraktı. Ağaçsız, tozlu, toprak boşlukta dini bayramlarda; çadırlar, dönme dolaplar, uçan koltuklar, ahşap silindirin içerisinde fırdolayı dönen motosikletlerin üstüvaneleri denilen ahşaptan yapılmış silindire verilen ad motosiklet üstüvanesinin merdivenle üstüne çıkar fır dönen motorları ha çarptı ha çarpacak endişesiyle ellerimiz ağzımızda korkuyla seyrederdik. Aman yarabbim iki motor öyle dönerlerki takip etmekten bizim de başımız döner üstüvaneden sarhoş gibi çıkardık. Egzozları susturucusuz, tekerleri çamurluksuz, başları kasksız sürücüler motorları yırtarcasına bağırtıp dönerlerdi. Para langırt makinaları, halka atmaca çadırları, şaşı bakan tüfekler ile yapılan sözde atış poligonları, uçları yırtık pırtık brandalar ile gölgelenen alanların haricinde burnunu karıştıran macuncu, şeker buharından katmerlenmiş giderek kararmış camın içerisinde yapılan keten helvacı, ekşi tuzlu bulaşık sulu turşucu, turşudan ziyade suyunu satın alırdık turşucunun iki parmağı girecek kadar dar olan bardak sözde suyla şöyle bir karıştırılır ki o bardak yıkamadır, tadına bayıldığımız turşu suyunu bi dikişte içerdik. Şambalici ile kavgaya tutuşan pandispanyacının kavgası bitinceye kadar beklerdik pandispanyayı dilimle değil çızıyla yani kararmış tepsinin boylu boyunca olan şekliyle yerdik. Bayram paraları suyunu çekince kös şekilde eve dönerdik. Paraya alışık olmadığımız için bitip bitmemesine pek takılmazdık.

Tüm bunların yanında her çadır ve gölgelikli brandanın altında toplu ve kısa boyluca kadınlar; kimi arpacık gez görü şaşı tüfekle atış yapılan yerde tüfeğin namlusunu kırıp içine saçma yerleştirir, kimi sigara paketleri arasından uzunca sopasıyla halkaları toplar, kimi ancak sığdığı barakanın içinden bilet satar, en cafcaflısı çadır tiyatrosu denen çadırın önündeki, arkasında zürafa, boğa yılanı, goril, aslan resimleri fırça ile yapılmış dikkat çeken zamanımıza göre pankartın dedesi olan brandanın önünde yüksekçe platformda “Gel vatandaş gel” diye bağıran adamların yanında sağa sola giderek platformu arşınlayan şimdiki podyuma çıkmış kilolu mankenimsi kadınlardı. Adamın susup da nefeslendiği zamanlarda çadırın içerisinden hoparlörden yırtıcı hayvan böğürtüleri gelir, bi ara mankenimsi kadın pankartın arkasına girer boynunda şal gibi dolanmış kalınca uzun sözde boğa yılanı ile çıkardı,Tarzan burada diye vaveylayı nefeslerini patlatırdı çığırtkan adamlar. Bu merakla çadıra girer sandalyelere oturur yırtıcı hayvanlar çıkacak diye beklerken göremeden ikinci matine başlar apar topar dışarı çıkartılırdık.

Tel üstünde ha düştü ha düşecek gibi yürüyen cambaz en heyecan verici olanıydı. Bu bölge yankesicilerin antreman yaptıkları yerlerdi yani yankesiciler burada adam yetiştirirler sonra kalabalık insan gruplarının arasına aval aval dolaşan insanlara musallat olurlardı.

İşte bayramlarda topladığımız harçlıklardan sonra paraları harcadığımız, bitirdiğimiz yerdi burası. Kandırmacanın çocuk yaştakilere alıştırıldığı hem eğlenceli hem zevk aldığımız oyalandığımız hem de kandırılma ile avutulduğumuz bayram yerleri. İlkokul eğitimi gibi buralarda kandırılma eğitiminin verildiği alanlardı. Cambaza bak cambaza der yabancı elin cebinize girdiğini anlamaz, bağırtı cayırtı ile yırtıcı hayvanları görmeden görmüş kadar olur, mankenimsi kadınlar ile seyirci ve taraftar toplar, tüm bunlar ile başınız döner afyonlanır vaziyette gezilirdi. Ne yamuk namlulu tüfekle attığınız saçma hedefi bulur, ne bir tarafı ağır halka sigaraya geçer, ne de yumruk attığınız asılı topun çarptığı yerdeki göstergesi gücünüzü doğru gösterirdi.

Bayram biter bayram günleri geçer onlarda bir kaç gün sonra toparlanır sökülen çadırlar, brandalarla denklenen eşyalar, demir kafeslere konulan maymun maskaralar, her biri bir kamyon kasasına yerleştirilirken şoför mahallinde yüzleri hiç gülmeyen kaderlerine küskün mankenimsi kadınlar, ömürleri gelip geçmek, göçmek ile geçmiş o panayır bu bayram diye Anadolu’da kasaba kasaba, şehir şehir dolanıp durdukları mutsuz ama bi o kadar anlatacak hikayeleri çok olan insanlar.

Kananların, kandıranların değişmeyen dünyası bu.