Hayat bize verilmiş en güzel mucize. 

Hepimiz aynı anda, bir sürü şey yapar olduk. Mesaj yazarken, dizi izleyen. Çocuk bakarken e-mail cevaplayan, arkadaşınla sohbet ederken sosyal medyada kaç like aldığına bakan... Araba kullanırken bile, biriyle mesajlaşan bir tür olduk. Saatler, günler, aylar yetmez oldu hepimize. Bu hızda Hayatın Ritmini kaçırıyoruz. 

Hayat tek düze bir eğri değil. Her anını ayrı yaşadığımız, iniş ve çıkışların olduğu sürekli nefes alıp veren canlı bir ritm. Doğanın nabız atışı gibi hayatın da bir ritmi bir doğası var.  

Hayatın Ritmini Yakalamak bizim elimizde. 

Mutlu ve üretken bir hayat için Duygularınızı katmalısınız. Yaptığımız her işe, hem duygu, hem sevgi katarak yapmalı ve farkına varmalıyız. 

Farkına varırken en başta sevdiklerimizin ve sevenlerimizin farkına varmak önemli çünkü bu hayata sevgi çok iyi geliyor. Her şeyin başı sevgi, sevgiyle her şeyi hayatın akışına kendi ritmine bırakmalı. 

Farkına varmak biraz daha yavaşlamak, sakince, etrafı izleyerek hayatı yaşamak. Hayatı duygularımızın farkına vararak yaşarsak hayatın içindeki insanların duygularını anlayacak, onların duygularına dokunacak ve böylece çevrenizle daha mutlu, uzun soluklu, güçlü ve verimli ilişkiler kuracaksınız. 

Newton’un gökkuşağı çarkı deneyindeki gibi, çarkı yavaş sakin çevirdiğinizde her renk görünüyor ama çarkı hızlı çevirirseniz çark bembeyaz görünür ve hayatın renklerini göremezsiniz. 

  

Osho “iç temizliği” yazısında; 

Çocuk annenin rahminde doğar; dokuz ay boyunca annenin vücudu çocuğun vücudunu besler. 

Çocuğun vücudu tıpkı ağaç dallarının ağaçtan dışarı büyümesi gibi annenin vücudundan dışarı doğru büyür. 

Çocuk hazır olduğunda elbette rahimden dışarı çıkar, ama hala annenin vücuduyla olabildiğince iletişim halinde kalır; 

bu iletişim annesinin göğsüyle devam eder 

– yalnızca süt içmek için değil – 

fiziksel bir ihtiyaç olan vücut ısısını almaya devam etmek için de. 

Bir çocuk annesinin sıcaklığını özlerse, asla onun yokluğunda sağlıklı olamaz; vücut sürekli acı çeker. 

İhtiyacı olan her şey ona verilebilir – yemek, süt, vitaminler – ama eğer anne- sinin vücut sıcaklığı verilmezse… 

 Ve elbette bu da çok sevgi dolu bir biçimde olmalı, 

çünkü eğer sen bir insanı sevmiyorsan, yine de ısının vücudundan diğer insana geçmesi mümkündür, ancak bu, sıcaklığın, içtenliğin değildir. 

Isı sevgiyle sıcaklığa dönüşür. Nitelik olarak farklı bir boyuta sahiptir. 

Bu, sadece ısı değildir; yoksa çocuğu ısıtabilirsin. 

Bugüne kadar merkezi sistemle ısıtılan bir odanın çocuk üzerinde etkilerini araştıran ve işe yaramayan birçok deney yapılmıştır. 

Çocuk annenin vücudundan kabul görme, sevilme, ihtiyaç duyuluyor olma, sevgi titreşimleri alır. 

İşte bu yüzden, sürekli olarak, erkek tüm hayatı boyunca bir kadının vücudu arkasından gider, arar, araştırır; 

kadın da tüm hayatı boyunca bir erkeğin vücudunu arar… 

 Karşı cinsler etkileyicidir, çünkü vücutların iki kutupluluğu birbirlerine yardımcı olur ve enerji verir. 

Bu karşıtlık bir gerilim ve enerji sağlar. 

Bunu beslersen güçlü hale gelirsin. 

Bu doğal, bunda yanlış olan bir şey yok, ama insan şiddete karşı olup, bencilliği bırakıp, 

içten ve samimi bir hale gelip saflaştığında, giderek daha çok saflaştığında, bilincin merkezi, vücuttan varlığa kayar. 

Varlık tümüyle yalnız kalabilir. 

İşte bu yüzden vücuduna fazla bağlı bir insan asla özgür olamaz. 

Çok fazla bağlılık onu çeşitli biçimlerde köleliğe, mahkumiyete sevk edecektir. 

Bir kadını sevebilirsin, bir adamı sevebilirsin, 

ama aynı zamanda derinlerinde bir yerde direnirsin, çünkü sevgili olmak aynı zamanda bir köleliktir. 

Seni baltalar, ilişki seni hem besler hem de hapseder. Onsuz yaşayamazsın ve onunla da yaşayamazsın. 

 Bu, tüm sevgililerin ortak problemidir. Ayrı yaşayamazlar ve birlikte de olamazlar. 

Ayrı olduklarında birbirlerini düşünürler, birlikte olduklarında da kavga ederler. 

Bu neden olur? İşleyiş basittir. 

Sevebileceğin ya da seni seven bir kadınla birlikte olmadığın zaman, 

bir kadının vücudundan akan sıcaklığa karşı açlık hissetmeye başlarsın. 

Bir kadınla birlikte olduğunda artık aç değilsindir, iyi beslenmişsindir. 

Ve kısa bir süre içerisinde doyuma ulaşırsın. 

Bir süre sonra gereğinden fazla beslendiğinden, şimdi ayrılmak, yalnız ve ilgisiz olmak istersin. 

Tüm sevgililer birlikteyken şöyle düşünürler: 

“Yalnız olmak ne kadar güzel olurdu.” 

Ve yalnızlarken, eninde sonunda diğerine ihtiyaç duymaya, şöyle düşünmeye ve hayal etmeye başlarlar: 

“Birlikte olmak ne kadar güzel olurdu.” 

Beden beraberlik ister, en içteki ruhun ise yalnızlık ister. İşte sorun bu. 

En içteki ruhun yalnız kalabilir – o, göğe karşı yalnız başına duran Himalaya’nın doruğudur. 

En içteki ruhun yalnızken büyür, ama bedenin bir bağlantıya ihtiyaç duyar. 

Beden kalabalıklara, sıcaklığa, derneklere, toplumlara, örgütlere ihtiyaç duyar. 

Nerede olursa olsun birçok insanla birlikteyken beden kendini iyi hisseder. 

Ruhun ise kalabalıkta açlık hissedebilir, çünkü o yalnızlıkla beslenir, 

Yalnızlıkta ruhun kendini mükemmel hisseder, ama bedenin ilişki için açlık hissetmeye başlar. 

Ve hayatta, eğer bunu anlamazsan çok perişan bir duruma gelirsin. 

Eğer anlarsan, bir ritim yaratırsın; 

hem vücudunun ihtiyaçlarını hem de ruhsal ihtiyaçlarını tatmin edersin. 

Bazen bir ilişkinin içine girersin, bazen çıkarsın. 

Bazen birlikte yaşarsın, bazen yalnız yaşarsın. 

Bazen öyle yalnız olursun ki “bir başkası” fikri bile ortadan kalkar. 

Ve böylelikle Hayatın Ritmini Yakalarsın… 

Sevgi ile kalınız…