Seyrettiğim dört kanal var. Üçünde kaza bela hırsızlık gasp taciz haberleri; direksiyon hakimiyetini kaybetti bariyerlere çarptı. Esas sebebini söylemiyor telefonla oynarken demiyor. Kadına şiddet, çocuğa taciz, yaya geçidinde yayaya çarpma, omuzdan çanta aşırma, domuzdan kıl koparma gibi asap bozan çocukların değil büyüklerin dahi psikolojisini bozan abuk sabuk haberler. Bunlar karakol kapısında yatan gazeteci haberleri polis ile beraber olay yerine koşan onlarla beraber kamera görüntüsü seyreden haberciler.

Bu tür haberlerin Avrupa ülkelerinde yapılmadığını söylüyorlar. insanların psikolojileri bozulup agresif olmamaları, şiddet toplumu yetiştirmemeleri için.

Bir diğer haber kanalında tabiat güzelliklerimizin; maden ocakları ile tahrip edildiği adeta bir katliam yaşandığını anlatır. Kaz dağları’ndan, Şirince’ye, Salda Gölü’nden Karadeniz Trabzon Yaylaları’na kadar,  HES yapılan derelerinden Ergene’den Gediz’e Kızılırmak ve ötesine kadar birçok akarsuyumuzun nehrimizin, yeraltı sularımızın, sanayi ve zirai ilaç atıkları ile kirletildiğinden bahseder.

Seyretmek zorunda kaldığım kanallarda vaziyet bu. batı yakasında da değişen bir şey yok. Orada da yani diğer kanallarda, açık oturumları dinleyeyim derken kılıçlar çekilmiş silahlar gömülen yerden çıkarılmış kadın moderatörün şık giyimi, kibar sesi, naif seslenişlerinin fayda vermediği bir ortam, spor eleştirileri yapan üzerlerinden afililik akan, İstanbul kabadayıları gibi el kol ile reyting peşinde koşanlar.

Ülkemiz Türkiye’nin yıllar önceki durumundan bahsedeyim. Ben değil yabancıların anlattıklarını dinlediklerimi aktarayım.

2016 yılı, Jeopark toplantısı için Portekiz’deyiz. Tokyo Üniversitesi’nde Profesör hoca ile tanıştım Türk olduğumu öğrenince “Ben Türkiye’yi Türkleri çok severim” dedi. Hoşuma gitti merak ettim. Anlatmaya başladı:

1875’te Petersburg’da Japon sefir Yanagihara Sakimitsu ile Osmanlı elçisi Şakir Paşa arasında yapılan bir görüşme ile Osmanlı-Japon ilişkilerinin temeli atıldı. Ancak bu temel sağlamlaştırılıp geliştirilmeliydi. 1887’de dönemin Japon İmparatoru Meiji’nin amcası Prens Komatsu İstanbul’a gelmişti. İstanbul’u ziyaret eden ilk Japon asilzadesi olan Prens’in görmüş olduğu yakın alâkaya teşekkür etmek üzere ertesi yıl Japon hükümeti tarafından sultana büyük Krizantem Nişanı’nın verilmesi kararlaştırılmıştı. Buna karşılık sultan da Japon imparatoruna bir nişan verecekti. Bu hediyeleri götürmek için Osmanlı donanmasından bir eğitim gemisinin Japonya’ya gönderilmesi kararlaştırıldı.

Ertuğrul Fırkateyni, 14 Temmuz 1889’da; 61’i subay ve memur, 548’i er ve erbaş olmak üzere 609 kişilik mürettebatıyla Uzakdoğu yolculuğuna başlar. Fırkateyn, uğradığı yerlerde büyük bir coşkuyla karşılanır ve İstanbul’a, seyahat hakkında ardı ardına raporlar gönderilir. Ertuğrul, yola çıktığı günlerden itibaren yurt içinde ve yurt dışında devamlı konuşulmuş, olumlu olumsuz birçok habere konu olmuştur. Nihayet, hesap edilenden uzun bir süre sonra hedefe ulaşılmıştır. Ancak, dönüş yolculuğu, okyanusun serin sularında son bulacaktır… 16 Eylül 1890’da saat 21.00 civarında azgın dalgalara dayanamayan Fırkateyn, 609 kişilik mürettebatındasn 69 kişi kurtularak, Funakura kayalıklarında, yüzlerce denizciyle beraber sulara gömülür.

Sultan Abdühamid Han’ın emriyle düzenlenen Uzakdoğu ziyareti vesilesiyle Hind ve Pasifik okyanuslarında Osmanlı bayrağı dalgalandırılmış; yol boyunca uğranılan Bombay, Kolombo, Singapur ve Hong Kong gibi yerlerde yerli halk Ertuğrul’a büyük bir ilgi göstererek yaklaşık 150 bin kişi akın akın ziyaret etmişler, bu da Müslümanlar üzerinde büyük bir heyecana sebep olmuştur.

Bu elim kazadan sonra 7 Eylül sabahı Oşima Belediye Başkanı Oki, Kaşino köyüne ulaştı. Kazazedelerin civardaki uygun binalara yerleştirilerek tedavilerinin yapılmasını sağladı. Diğer taraftan, denizdeki cesetleri toplatmak için köylüler ve bizzat başkan, geceli gündüzlü büyük bir gayret göstererek 260 ceset topladılar.

Daha sonra Kaşino Köyü halkı kazada vefat eden denizcilerimiz adına köyün yakınında kazanın olduğu mahalde Funakura kayalıklarının bulunduğu bölgede bir tepeye kazazedeler  ve Osmanlı’ya saygı adına bir anıt dikerler.

Japon Profesör, bu olayın özetini anlattı elbette, ancak yıllar sonra Turgut Özal’ın Başbakanlığı zamanında Japon-Türk dostluğu karşılığı Türkiye’nin yaptığı bir hadiseyi de eklemeyi unutmadı:

YÜZYILIN KURTARMA OPERASYONU

Olay 1985 yılında İran- Irak Savaşında geçiyor. Savaşın en şiddetli olduğu zamanlarda Saddam Hüseyin 18 Mart 1985’te, bir gün sonra İran’a hava saldırısı başlatacağını ve sivil yolcu uçaklarını da vuracağını açıklıyor.

Birçok devlet öncelikle mümkün olduğu kadar

 hızlı bir şekilde vatandaşlarını İran'dan tahliye etmeye başlamış fakat Tahran’daki Nissan Otomobil Fabrikası’nda çalışan Başmühendis Janichi Numato’nun sorumluluğundaki 215 Japon mühendis ve teknik eleman grubu  ise Tahran’dan çıkmayı başaramamış ve mahsur kalmışlardı.

Bunun üzerine Japonya'nın Tahran Büyükelçisi Yutaka Nomura, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla özel bir uçak istedi. Fakat Japon havayolu şirketleri İran ve Irak'ın garantisi olmadan uçmayı reddediyorlardı. Nomura, yakın dostu Tahran'daki Türk Büyükelçisi İsmet Birsel'le görüşerek "Türk Hava Yolları, Tahran'a özel sefer yapabilir mi?" diye soruyor.

Büyükelçi Birsel, konuyu hemen, dönemin Başbakanı Turgut Özal'a iletiyor. Özal’ın kararı ile kurtarma operasyonu için düğmeye basılıyor.

Saldırıya 25.5 saat kala Nomura'yı arayan Birsel, Özal'ın da onayıyla ertesi gün THY'nin Japonlar için özel bir sefer düzenleyeceğini bildiriyor..

15 Mart 1985'te, günün ilk ışıklarıyla, TC-JAY tescilli, "İzmir" adlı DC10 tipi uçakla yola çıkılıyor..

Van'ı geçtikten kısa süre sonra Tahran Havalimanı'nın kapatıldığı bildiriliyor. Kaptan Pilot Özdemir, geri dönmek için harekete geçerken ikinci bir haberle havalimanının açıldığı bildiriliyor. Tahran'a yönelen uçak, Saddam'ın "sivil uçakları vurma" tehdidine rağmen Tahran Havalimanı'na ulaşıyor.

Uçağın kapısı açılır açılmaz, çocuk çocuk 215 Japon uçağa doluşuyorlar. İran Kulesi'nin yönlendirmesiyle, THY uçağı 15 dakika sonra kalkıp ve  Saddam'ın açıkladığı saldırı saatinden sadece 3 saat önce İran'dan havalanıyor. Toplam 9.5 saat süren yolculuğun ardından kaptan pilot Ali Özdemir'in yaptığı ''Welcome to Turkey'' (Türkiye'ye hoş geldiniz) anonsu uçaktaki yolcuları büyük bir sevince boğuyordu.

Özdemir, Japonya'da yayınlanan belgesel programda da uçağın kalkışı beklenirken patlama sesleri duyulduğunu belirterek, '' Uçaksavar füzeleri uçağın 5 metre yakınından geçiyordu. Yine de görevi kabul etmemek aklımızdan bile geçmedi. Orada kalsalardı roket ya da bombayla havaya uçacaklardı. Japonlara karşı

 Türk milleti olarak sempatimiz vardır. Bu görevi seve seve yine yaparız'' diye konuşmuştu.

Ertuğrul fırkayteynin kazasını, İzmir adlı uçağın Japonları kurtarışı ile iki ülke arasındaki dostluğu anlatan Japon hoca seyahat çantasını göstererek, “Uluslararası uçuşlarda aktarmalarımı mutlaka İstanbul üzerinden yaparım, Türkiye’yi İstanbul’u Türkleri seviyorum diğer ülkelerden çok farklılar.”