Mevlana'nın "Dost" dediği, onun ardından bütün Anadolu ve dünya halklarının "Dost" dediği varlık, "Dost" sözü ile boz bulanık anlatmaya çalıştıkları ülkü, gerçek insanlık değil midir?
"Dost"a inanır, "Dost"a güvenir, "Dost"a açılır insan.
Dostluk, arkadaşlığın zirvesidir…
"Dost" insanın hem içinde, derinliklerinde, hem de dışındadır. Bazen çok uzakta da olsa bilirsin ki aslında o her zaman yanı başındadır. Gerektiğinde dayanacak bir omuz, tutulacak bir el , bakılacak bir gözdür…
Dostlukta bir ayırımcılık, bir "Sen", "Ben" ya da "O" diye peşinen önümüze konulan belirlemeler yoktur. Bencillik yoktur "benden" çok biz vardır. Böyle düşünülür, böyle söylenilir, böyle davranılır…

Mevlana yine der ki:
"Dost, altın gibidir, bela da ateşe benzer.
Halis altın ateş içinde saf hale gelir."

"Bilgisiz adam bir müddet seninle
Gönül arkadaşlığında bulunsa bile,
Nihayet cahillikten sana bir yara vurur.
Kim, iyi dostlarla düşer kalkarsa
Külhanda bile olsa gül bahçesindedir."
Herkes dünyayı, nedense hep sahip olduğu fikirler penceresinden görme alışkanlığı içindedir. Yani dünyayı hep, kendimizi gördüğümüz, gözlemlediğimiz gibi görmek isteriz.
Halbuki dünya ve biz insanlar iki ayrı kutbu oluştururuz...
Ama birbirlerinin çekim alanı içinde yer alan ve tamamlayan iki ayrı zıt kutup...
Şunu asla unutmayalım ki,
"İnsanların en büyük açmazı, yaşamlarındaki açgözlülüklerini gereksinim maskesi ile örtmeleridir."
Mevlana'ya göre burada sorun kıtlık değil, açgözlülük ve ısrarlı sahiplenme duygusunun, gücün; kendimizde toplanmış olmasındaki ısrarımızdır.
Mevlana der ki:
"Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır,
Her bilgiden bir lezzet alır."