Bundan yaklaşık bir buçuk iki ay kadar önce kaleme aldığım bir köşe yazısında, depremin ne zaman olacağına dair verdiğim cevap şöyle;

Şu haber başlıkları bile neden Manisalıların bu gerçekle yaşamak zorunda olduğunu gösteriyor.

‘Manisa’da yaşayan her birey deprem gerçeğiyle yaşamak zorunda!

Manisa’da gerçekleşen deprem İstanbul’da hissedildi!

‘Manisa'da 28 günde 3 bin 774 deprem kaydedildi.

Manisa’da korkutan deprem

Manisalılar depremle sallandı

Deprem ne zaman mı olacak? Size söyleyeyim: az sonra, hemen şimdi, tam şu anda, bir hafta sonra, bir yıl sonra!’”

Ben demiştim demiyorum. Merkez üssü Manisa olsaydı büyük ihtimalle ben de hazırlıksız yakalanacaktım. Bu hem kendime hem de okuyan herkese hatırlatma niteliğinde bir yazı.

Yine aynı yazıda, basit bir deprem çantasının dahi hayat kurtarabileceğini söylemiştim. Kurtarır da. Basit bir düdük mesela…

Hareketli bir fay hattının üzerinde yaşıyoruz. Geçen günlerde açıklama yapan bir profesörümüz her an 7 büyüklüğünde deprem yaratabilecek fay hatlarında olan şehirlerin arasında Manisa’ya da yer verdi. Her an; yani bu yazı size ulaşmadan, ulaştığı anda, ulaştıktan hemen sonra, bir yıl sonra 10 yıl sonra deprem gerçekleşebilir.

Bu vaziyet bizi bir bilinmezliğe itiyor. Bilinmezlikler insan doğasında her zaman korku doğurur. Deprem olacağı ihtimali insanları korkutuyor. Korkutmalı da. Çünkü biz acı bir deneyim elde etmeden, bir şeylerden korku duymadan harekete geçmiyoruz. Bize önleyici adımlar attıran şeylerin başında acı ve korku geliyor maalesef.

O korku ve acıyı yaşadıktan sonra yeni yasalar, depreme dayanıklı binalar üretiyoruz. Gerçi bu sadece deprem konusunda da değil ya…

Ancak umudumuzu da yitirmiyoruz. Korkunun karşıt görevini üstlenen bu duygu, her birimizin içinde yeşermek için bir bakıma fırsat kolluyor.

65 saat sonra kurtarılan Elif, 91 saat sonra kurtarılan Ayda bizler için mucizevi bir örnek. 3 yaşındaki bir kızın günlerce enkaz altında kalıp sağ olarak kurtarılması içimizdeki umut tohumlarını yeşertiyor. Bu küçükler küçük elleriyle hayatı sımsıkı kavradılar. Hatta umut ışığı olan bu güçlü küçükler öyle bir yaydılar ki o ışığı, kısacık bir anda dahi enkaz altındaki yakınlarını görmeyi bekleyen herkesi, tüm Türkiye’yi aydınlattılar.

Aslında sadece bu küçüklerin yaydığı büyük ışıklar değil, umudumuzun gelecekte olması gerekiyor. Umudumuz, yanlış yapılaşmayı önleyecek, güçlü binaları doğru yerlerde yapmayı göze alabilecek yeni nesillerde.

Depreme belki engel olamıyor, belki üstünden gelemiyoruz ancak korkularımızı kırarak yeni umutlar doğurmamızı sağlayacak yapıda bir nesil yetiştirebilmek halen daha bizlerin elinde.