Bugün 9. Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel’in 6. Ölüm yıldönümü. Ya da başka bir deyişle, iddia ederim ki; ilahiyatçılardan bile daha iyi tanıdığı, anladığı yüce Allah’la vuslat gününün seneyi devriyesi.

Bugün Isparta, İslamköy Çalcatepe’deki anıt mezarı başında önce Devlet töreni, sonra da yarım asrı geçkin bir zaman diliminde izinde olan dostlarının, evlatlarının kucaklaşması olacak. Geçtiğimiz yıl şehirler arası seyahat yasağı nedeniyle törenlere katılamamıştık. Bu yıl niyet etmiştik ki; Çevre eski bakanımız Hamdi Üçpınarlar’dan Isparta Valisine atfen sınırlı sayıda törene katılımcı alınabileceğini öğrendim. Sayın Vali nezaketle sınırlı da olsa isimlerimizin bildirilmesini istemişse de şartları fazla da zorlamayı doğru bulmam. Zira bu köşede lebalep kongreleri, alt alta, üst üste cenaze törenlerini çok eleştirdim aynı duruma düşmek istemem tabi ki. Dualarımızı, okumalarımızı bulunduğumuz yerden yapmakta makbuldür nasıl olsa.

Merhum Demirel’in ebediyete intikalinden yedi sekiz ay kadar önce merhum Şevket Demirel’in gayretleri ile İslamköy’de muhteşem bir eserin açılışına davetliydik. Merhum annemle birlikte açılışa katılmış bu tarihi olaya tanıklık etmiştik. Ayrıntıları da gene bu köşede sizlerle paylaşmıştım. Merhum Demirel orada yaptığı konuşmada iki odalı kerpiç evden bir köylü çocuğunun nasıl Çankaya köşküne çıkabildiğinin öyküsünü anlatmış ve sözlerini Cumhuriyet budur; Cumhuriyet benim işte diye tamamlamıştı.

Gerçekten de Kurucu önder dışında, ikinci ve üçüncü cumhurbaşkanları kurucu iradenin temsilcileri milli mücadelenin biri asker, diğeri sivil komutanlarındandı. Dördüncüsü darbeci, beşinci ve altıncı da vesayet şartlarında olabildiğince demokratik seçilmiş askerlerdi, üstelik biri genel kurmay bakanıydı. Yedincisi gene darbeciydi. Belki Demirel’e gelene kadar seçilenlerden en sivili merhum Özal’dı ama o da şehirli, Ziraat Bankası memurunun, küçük burjuva çocuğuydu, yokluk çekmemişti. Demirel ise kendisinin “ben Cumhuriyetim” demeyi hak edecek bir yaşam öyküsü vardır. Demirel’in yaşamı adeta bir cumhuriyet öyküsüdür. İslamköy’de devletin beş kuruş katkısı olmadan yapılan “Demokrasi ve Kalkınma Müzesi” ile cami, kütüphane, sosyal tesisler ve diğer birimlerden oluşan muazzam külliye işte bu yaşam öyküsünü, kalkınan Türkiye’yi, onun inşa ettiği Türkiye’yi, engin hoşgörüsünü anlatır adeta.

Bugün Demirel’den bir anekdotla tamamlayacağım yazımı. Böylelikle hem Demirel’i hem de hemşerimiz merhum Önol Şakar’ı rahmetle yad edelim.

Demirel her arife günü çok önemli bir devlet işi olmadıkça İslamköy’e gider, bayram namazını köylüleriyle kılar, Ümmühan ana ile Yahya efendinin ellerini öper hayır dualarını alırdı. Her bayramın ikinci günü ise mutlaka genel merkezde bayramlaşma yapılır vatandaşlarla kucaklaşırdı. Önce kısa bir konuşma yapılır sonra tek tek herkesin elini sıkar, dileyene öptürürdü. Sonra döner elini sıkmadığım kimse kaldı mı diye sorardı. Ardından da odasına çıkar, kapılar açık bırakılır, törene yetişemeyenlerle, diğer partilerden gelen heyetleri kabul ederdi. Bayramlaşmaya gelen herkese de en iyi kalite çikolata ikram edilirdi. Gençlik kolları olarak bizler de tören ve kabuller süresince ona refakat ederdik.

O gün muazzam bir kalabalık vardı. Selanik caddesinde trafik durmuştu, bayramlaşma değil adeta miting vardı. Demirel konuşmasını partinin önünde yaptı, herkesin elini tek tek sıktı, kolonya ve çikolatalar ikram edildi. Parti görevlileri çikolata yetiştiremiyordu, bazı konukların getirdiği kutular da açılmış ikram ediliyordu ama nafile yetiştirilemiyordu. Demirel odasına çıktıktan sonra da gelenlerin ardı kesilmiyordu.

Rahmetli Önol Şakar Parti Genel Muhasibiydi, eli de biraz sıkıydı. Çikolatalar tükendikçe oflayıp pufluyor ama nafile mecbur aldırıyordu. Öğleden sonra çikolatalar gene suyunu çekti ben de gittim Önol beye durumu bildirdim. Yerinden kalktı doğru Demirel’in odasına çıktı ve “beyefendi daha yarım saat önce 10 kilo aldırmıştım” dedi. Demirel bastı kahkahayı ve “Ne o Önol! Ben mi yedim on kilo çikolatayı? Boş mu gönderelim vatandaşı” deyiverdi. Salon kahkahadan çınlıyordu, keyifler yerindeydi muhalefette olmamıza rağmen sel gibi akan vatandaşlar hepimizin yüzünü güldürüyordu.

Ne yazık ki Demirel istese de o çikolatalardan yiyemezdi. Şekeri vardı ve çok iyi bakardı kendine, şekerden, ekmekten, hamur işinden, nişastalı gıdalardan uzak dururdu. Şeker hastalığı için de kontrol edebiliyorsan hastalık değildir derdi. Önceki yıllarda sabah kahvaltılarında bile kışlık kavurmanın üzerine iki yumurta kırdırıp yediğini bilirdik. Diyabeti ortaya çıktığında ise sıkı bir perhize başladı. Perhizinin yalnız İslamköy’e gittiğinde bozulduğunu işitirdik.

Türkiye onu arıyor ve özlüyor. Bıraktığı eserlerin birer birer elden çıkarılmasına ülkenin küçülmesine üzülüyor. Yeniden onun yolundan, onun izinden gidecek, ülkemi yeniden şaha kaldıracak, “düşün peşime” diyecek liderini arıyor.

Ruhu şad mekanı cennet olsun…

Kalın sağlıcakla…