“Bekçi gecenin neresindeyiz?” bu sözü ilk kez, 1977 seçimleri öncesinde, önseçim çalışmaları için gittiğimiz Salihli’de kalabalık bir topluluğa hitap eden rahmetli babamdan duymuştum. 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında silah zoruyla, cebren ve hile ile feshedilen yüce meclise 17 yıl aradan sonra yeniden ve millet iradesiyle girme arzusunu gerçekleştirmek amacıyla yola çıkan babamın kendini Adalet Partisinin vefakar ve cefakar delegesine teslim etmekten başka güvencesi yoktu.

Heyecanla kürsüde, tek parti dönemini, Yassıada zulmünü anlatıyor, aslında 27 Mayısta darbenin kendilerine değil milletin iradesine yapıldığını söylüyordu. Elbet sabah olacaktır diye devam ediyor, 27 Mayısta gasp edilen iradelerinin geri kazanılmasının ellerinde olduğunu söyleyerek ön seçimde desteklerini istiyordu. Toplantıda coşan, yaşa, var ol, gibi sözlerle naralar atanlar olduğu kadar, usulca kapı önüne çıkıp ağlayanlar olduğunu da gördüm. Adil Sarıgedik isimli eski demokrat bir aileden olan zatın göz yaşlarını tutamayarak hüngür, hüngür ağlaması beni çok etkilemişti.

Önseçim yapıldı ve babam kazananlar arasına girdi Salihli’de ise birinci sırada oy almıştı. Onun bu başarısı karşısında önseçimi kaybeden bir milletvekili “biz yıllardır insanların kızlarını, kızanlarını işe yerleştirdik, tayinlerini yaptırdık, öğretmenini, ebesini temin ettik. Atıf bey bir geldi, hikaye anlattı, seçim kazandı” diyordu.

O gün anladım ki; siyasetçi kişisel taleplere değil toplumsal talep ve ihtiyaçlara, temel hak ve hürriyetlerin, demokrasi ve adaletin, halkın refah ve mutluluğunun sağlanması için çalışmalıdır. Ülke çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmalıdır.

Ogün, bugündür ne değişti? Hak ve adalet arayışından vaz mı geçildi? Adaletin çarkı düzgün işletilebiliyor mu? Hürriyete özlem bitti mi? Halkın refah ve saadeti mi sağlandı? Demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla dört dörtlük işletilebiliyor mu? Temel hak ve özgürlüklerimizi dilediğimizce kullanabiliyor muyuz? Çoğulculuk, çok seslilik mi egemen toplumda? Ne gezer?

“Bekçi gecenin neresindeyiz” sözüyle yıllar sonra tesadüfen tekrar karşılaştım. Meğerse Demokrasinin katledildiği 1946 seçimlerinden sonra, tek parti zulmüne son vermek üzere bir sivil toplum hareketi olarak Prof. Ali Fuat Başgil önderliğinde kurulan Hür Fikirleri Yayma Cemiyetinin bir beyannamesinde yer almış ve yayılmış.

Biz demokrasiyi yeniden inşa edeceğiz derken ne yazık ki yeniden tek adam devrine döndük. Yüce meclisin yetkileri daraltılırken, tek adam atanmış kabinesiyle ülkeyi idare ediyor. Şimdi yeniden gecenin neresindeyiz diye sorma zamanıdır.

Ne yazık ki, muhalefetteki ne CHP’nin ne de MHP’yi taklit eden İYİ Partinin bunu sorabilme, sonuçlandırabilme, ülkeyi aydınlık sabahlara ulaştırabilme kültürü ve becerisi yoktur. Bunu sağlayabilecek kültür ve beceri, siyasi knowhow sadece 14 Mayısı gerçekleştiren, darbelere, muhtıralara karşın her defasında zümrütü anka kuşu gibi küllerinden doğan, 61 de, 65 de, 77 de, 83 de ve 91 de bunu defalarca kanıtlayan siyasi misyon sahiplerinde vardır.

Peki onlar ne yapıyorlar? İyi niyetli gayretleri görüyorum ama ne yazık ki yeterince ses getirmiyor. Ses getirenler de var ama kimilerimiz de onları yok sayıyor. Onlar da diğerlerini görmezden geliyor. Bir “ben” davası almış başını gidiyor. Tabandaki vatandaş ise birlikte hareket etme umuduyla yol gözlüyor.

Bu misyonun sahipleri bölük pörçük ortadayken birileri de yeniden siyaset mühendisliğine soyunmuş. Cem Uzan geliyormuş diyorlar. Kim var arkasında? Bir taşla üç kuş vurup, DYP, MHP, ANAP’ı meclis dışına iterek, AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağlayan güç kimse odur. Zira AKP oylarının düşüşü ayan beyan ortadayken, merkez sağ siyaseti anlayışının yeniden aranır hale geldiğini körler, sağırlar bile duyup görür hale gelmişken, Cem Uzan adının ortaya çıkması tesadüf değildir. Kimileri bu oyunun Erdoğan’ın son numarası olduğunu iddia ediyorlar. Olur mu? Olabilir! Birbirlerine en ağır ithamlarda bulunanlar, ağza alınmayacak sözler sarf edenler bugün kol kola ülkeyi idare ediyorlarsa, Cem Uzan neden olmasın? Cumhur ittifakına bir sandalye daha konur olur biter. Böylelikle 2002’deki senaryo yeniden konur sahneye.

Son sözüm aydınlık sabahları bekleyen demokratlaradır. Birbirlerine en ağır hakaretleri edenler bir araya gelebiliyorlar, ittifak edebiliyorlarsa aynı davaya inananlar, aynı misyona sahip olanlar neden hala benlik davası güdüyor ve birleşemiyorlar? Hem milletin umutlarını kırıyorsunuz hem de ülkenin geleceğine takoz koyuyorsunuz. İş işten geçmeden 1946 ruhuna, 1961 ve 83 ruhuna sahip çıkma zamanı değil midir? Unutmayın bütün darbeler, muhtıralar, post modern darbeler demokrat misyona karşı yapılmıştır. Çünkü o misyon aziz milletimizden başka hiçbir iç ve dış güçlere sırtını dayamayan yegane siyasi harekettir. Umut dağın ardında değil yanı başındadır. Artık beklemeye tahammülümüz yoktur. Zaman el ele verme zamanıdır, birlik ve bütünleşme zamanıdır.

Yazımı Necip Fazıl’ın bir dörtlüğüyle bitiriyorum:

Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.

Evet milletçe bekliyoruz, aydınlık sabahları, demokrasiyi, adaleti, hürriyetleri, itibarlı bir Türkiye’yi bekliyoruz. Sormayın artık gecenin neresindeyiz diye, artık aşikardır. Sabah olsun diye bekleme zamanı değildir, birleşme, bütünleşme, harekete geçme zamanıdır.

Kalın sağlıcakla…