Günlerdir siyaset yazıyoruz. Türkiye yeni partilere gebe. Tutar mı tutmaz mı onu ilerleyen günlerde konuşacağız. Bugün bir değişiklik yapalım istedim. Hep siyaset olmaz biraz da gülüp eğlenmek lazım. O yüzden bugün bizden değil de hayali bir ülkeden söz edeceğiz.

Bir varmış bir yokmuş, deve tellal iken, bire berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken memleketin birine günün birinde demokrasi gelmiş. Halk ilk defa sevdiği, beğendiği, güvendiği kişileri iktidara getirmiş. Onlar da halkının isteklerini yerine getirmek için var güçleriyle çalışmış, yollar, köprüler, barajlar yapmış topraklar sulanmış, mahsul artmış, köylünün yüzü gülmüş. Ülke büyük bir kalkınma hamlesine girişmiş.

Bunu hazmedemeyenler, demokrasiyi bir türlü içlerine sindiremeyenler, içten içe iktidarı alaşağı etmek için harekete geçmişler. Halk kutuplaşmış, ülke karışmış sonunda başarmışlar. Darbe yapılmış, iktidar mensupları yargısız infaza uğramış, başvezir Meandros ve arkadaşları idam edilmişler. Ancak buna rağmen Meandros sevgisini yok edememişler. Baktılar baş edemiyorlar göstermelik parti kurdurmuşlar halkın kafasını karıştırmışlar. Bu da sökmemiş bir dönem sonra Meandros’un yerine geçen onun su müdürü darbecileri ezmiş geçmiş, tek başına iktidar olmuş. Meandros’un eserlerine eserler katmış. Barajları katlayarak artırmış o yüzden ona barajlar kralı demişler. Ağır sanayi hamleleri yapılmış, ülke fabrikalarla donatılmış. Köylere elektrik gittikçe, toprak sulandıkça, halk refaha kavuştukça namı daha da artmış. Muhalifler o baraj yaptıkça “ne yapacağız fazla enerjiyi torağa mı vereceğiz?” demişler. Eee! Tabi bu durum karşısında muhtıralar, darbeler peş peşe gelmiş. Su müdürü 6 defa gitmiş 7 defa gelmiş, halk onu o kadar sevmiş ki ona baba demiş. Baba, 7. Keresinde devletin en tepesine reisliğe seçilmiş. Onun takipçileri de iktidarı sürdürmeye devam etmişler.

Meandros’la başlayıp su müdürüyle devam eden bu hareketi ne darbeler ne muhtıralar ne de kumpaslar yok edememiş. En sonunda siyaset mühendisliği diye bir kavram geliştirmişler ve başarmışlar.  Hareketi içten kuşatmışlar, kadroları dağıtmışlar, Uzayan namıyla bilinen bir genç adamı bulup çıkarmışlar, hareketin oylarına ortak etmişler ve onu meclis dışına itmişler.

Bir de bakmışlar ki; halkın din duygularını sömüren takiyeci bir örgüt başa geçmiş ve tek servetim bu yüzüktür diyen kaptanları baş vezir olmuş. Başlangıçta gerçek yüzlerini gizleyerek, gömleğimizi çıkardık demek suretiyle halkın gözünü boyamışlar, Meandros ve takipçilerini taklit ederek taraftar toplamışlar. Ancak yıllar ilerledikçe gerçek yüzleri ortaya çıkmış, Fetöşçüler denilen dış destekli bir örgütle işbirliği içinde devletin bütün çarklarını işlemez hale getirmişler, hukuku, adaleti, adeta yok etmişler, demokrasiyi kısmen rafa kaldırmışlar. Başvezir reisliğe çıkmış yerine de Davidoff başvezir olmuş.

Başvezirin bir de baştrolcüsü varmış. Bu zatın bütün işi gücü aktroller ve çakma hesaplarla Davidoff ve kaptanlarını övmek, yanlış işlerini örtmek, ses çıkaran oldu mu da siyasi linç hareketi başlatmakmış. Uzun süre bu böyle sürüp gitmiş, ne zaman ki kaptan Davidoff’u azlederek yerine Milyon Ali’yi geçirince baştrolcünün de işleri de bozulmuş. Davidoff da köşesine çekilmiş intikam fırsatı kollamaya başlamış. Bu arada kaptan tek adam olmuş başvezirlik kalkmış, Milyon Ali de başka bir göreve talip olmuş.

Baştrolcü boş durur mu? Yine Davidoff’un icazetiyle asker arkadaşım dediği, Milyon Ali’nin rakibi İmamzade’nin safına geçmiş. Ona bir de şarkı yapmış. Çekilen klibin sanat direktörlüğünü de iş ortağı genç bir kıza yaptırmış.

Davidoff da reise karşı siyasete soyununca o da diğerleri gibi halkın büyük çoğunluğunun teveccüh gösterdiği Meandros ve su müdürü babanın hareketinin oylarına gözünü dikmiş. Bütün darbelere, muhtıralara, kumpaslara, siyaset mühendisliklerine rağmen bu hareket küçülüyor, bölünüyor ama bir türlü yok edilemiyormuş. Gazeteler, televizyonlar onları yok saysa da iktidardan umudunu kesenlerin yegane yöneleceği adres hep orası oluyormuş. Eski liderleri birer birer kaptanın safına geçseler de yürekten bağlı gönüllüler bir türlü vaz geçirilemiyormuş.

Baştrolcü bu kez orayı hedef almış, kaleyi içten fethetmeye karar vermiş. Hareketin eksenini kaydıracak radikal söylemlerle halkın gözünde küçülteceğini düşünmüş. Hareketin bugünkü yöneticilerinin bir kısmı ise olayın vahametini fark etmeden, bu sayede belki TV’lere, gazetelere çıkabileceklerini sanmışlar. Baştrolcü iş ortağı genç kızla birlikte işini yapmaya koyulmuş. Yeni nesil politikalar diyerek marjinal söylemlere yönelmiş. Yetmemiş, kendini en büyük karar organı büyük kongrenin yerine koyarak aklı sıra yeni bir manifestoyu sanki kabul görmüş gibi yaymaya kalkışmış.

Tabi baştrolcünün bu densizlikleri hareketin öz evlatlarının kanına dokunmuş ve büyük bir infial başlamış. Babanın has vekillerinden Arıtürk bile çileden çıkmış, kürsüye çıkarak vermiş veriştirmiş. Taraftarlardan da büyük destek görmüş. Öyle ki; hareketin bazı yöneticileri de kazan kaldırmaya başlamışlar. Diyorlarmış ki; “Ne Davidoff’a ne de baştrolcüye bu camiadan ekmek çıkmaz. Babanın, Meandros’un takipçileri davalarına sahiptirler ve asla rezilliklere prim vermezler, herkes ayağını denk alsın.”

Hikaye böyle. Bugün de siyaset yapmayıp hikaye anlatalım dedik. Kim bilir? Belki birileri bu hikayeden ibretlik ders çıkarır. Ne diyelim? Kıssadan hisse.

Kalın sağlıcakla.