Gediz kıyısında bağımız çok önceleri tarlayken Gediz yatak değiştirdiğinde birkaç yıl Gediz’in yatağının, sularının, altında kalırmış. Tekrar eski yatağına döndüğünde her tarla sahibi komşular adımlayarak ağaçlardan nirengi noktaları seçerek sınırları tespit ederlermiş hatta bu tespit esnasında komşusunun bizim tarlaya girdiğini söyleyen dedeme komşusu yahu sende bir adım öteye gidiver demesi, o yıllarda tarlanın değerinin ürünün ederinin bir hükmünün olmadığını anlıyoruz.

Bu tarlamızı babam bağ yaptı hem de ne zorluklarla Manisa’ya 10 km mesafedeydi çoğu zaman yaya olarak giderdi. Benim çocukluğumun anılarında öneml yer tutan yaz günleri, bağbozumu hatıraları, komşularla yenilen yemekler, edilen sohbetler, tek haneli bağ evimiz, terasında babamla birlikte yıldızları seyrettiğimiz, üzümü kuruttuğumuz sergisine üzüm çuvallarını tıka basa doldurup doldurup ağızlarını babamın çuvaldız ve keten ipliğiyle dikişleri, herbir çuvalı yere yatırırken babamın keyifli yüz ifadesi hala gözlerimin önündedir. Akşamki kastra yemeğinden sonra tulumba suyuyla soğutulmuş üzümleri, yıldızların altında terasta yediğimiz müstesna gecelerde babam keyfe gelir Van ve Menemen’de iki defa yaptığı askerlik hatıralarını anlatır. Efkarlanır “Saçlarıma ak düştü sana ad bulamadım, gönüle uçmak düştü bir kanad bulamadım.” Şarkısını söylerken gözleri dolar, Van’daki hatıraları gözlerinin önüne gelir, ayaklarında asker potinleriyle günlerce kilometrelerce yürüyüp ayakların şiştiği potinlerin kuruyup sıktığı, herbir askerin ayaklarının potinler içinde kanayıp yaralar bağladığını anlatırdı.

Çocukluğunun yokluklarını, yoksullukları, olmayan kömürü, bulunmayan lamba şişesini, katık edilen kuru ekmeği, 1912 doğumlu babam savaş yıllarının acılarını, salgın hastalıklarla geçirilen zamanları, doktorların fedakarlıklarını, yardımlaşma ve dayanışmaları, komşulukları, anlatırdı.

İşte bu anılarımın olduğu bağımızı babam yetiştirirken ben de yanında oturur toprakla oynardım, yardım etmeye çalışırdım. Babam arada bir işi bırakır toprakta gördüğü bir otu yolardı. Onları yolar bir yere toplardı. Meraklı bakışlarımdan “Oğlum bu ayrık otudur, bu toprağı sararsa mahsül yetişmez başka bitki bile çıkmaz bu toprağı sarar gider toplayıp yakmazsan kışın kurur baharda yeşerir yine her yeri sarar derdi. Ayrık otu yerde sürünür gibi gelişir her eklem yerinden toprağa kökler salar bu onu daha güçlü kılar diğer yer bitkileriyle mücadelede onları yok ederdi.

Artık onların toprakta yetişmeleri söz konusu değildir çünkü ayrık otlarına ilaçlar atılıp kurutulması sağlanmıştır. Ayrık otları hayatımızın her döneminde hep vardır; hemen yanıbaşımızda, köşe başında, kuyrukta, trafikte, işimizde gücümüzde, toplulukta, toplumda çok var. Hem de öyle yolmakla, toplayıp yakmakla, ilaçlamakla yok edilemeyecek kadar.