Başlıktaki dize, Alevi-Bektaşi edebiyatının öncülerinden olduğu bilinen, tasavvuf ehli Kaygusuz Abdal’ın Kaz isimli deyişinin nakaratından alınmıştır. Bu şiir lise yıllarımızda sınıf arkadaşlarımızın oluşturduğu İzmir Koleji okul gurubu tarafından bestelenmiş ve yanlış hatırlamıyorsam Milliyet liseler arası müzik yarışmasında da seslendirilerek beste dalında ikinci olmuştu. Yazıma bu başlığı atınca o günleri yad ettim ve hemen gurubun aslarından Haluk Öztekin kardeşimi aradım. Ne yazık ki; bu güzel eserin kaydı yokmuş. Parça’nın bestecisi gurubun klavyecisi Andreas Wilderman (Ege Derman) da bunu doğruladı. Bu iki arkadaşımız bugün 21. Peron adlı topluluğun omurgasını teşkil ediyor. Kim bilir? Belki bu özgün eseri 48 yıl sonra 21. Peron’dan yeniden dinleriz.

Yeni yıla, sağlık sorunlarıyla girdim. Ağır bir gribal enfeksiyon, yeni yıl planlarını da alt üst etti. Eve hapsoldum adeta. Neyse ki; kendime geldim sayılır, hafta başı yağan kar da havadaki mikropların kırılmasına neden oldu. Belki böylelikle salgın hastalıkların da önü biraz alınmış olur, ama tabi tek başına yetmez evleri de sürekli havalandırmak ve hijyen kurallarına da özen göstermek gerekir.

İnsan eve hapsolunca yerli, yabancı birçok haber kanalını da sürekli izlemek zorunda kalıyor. Belki birçok hadiseden daha bizim medya farkına bile varmadan herkesten önce haberdar oluyorsun. Avustralya yangınları, Kasım Süleymani suikastı, cenazede yaşanan izdiham ve ezilerek yitirilen canlar, İran’ın misillemesi ve daha birçok hadise. Haberleri mümkün olduğunca dış medyadan takip ederseniz daha objektif bilgi alabiliyorsunuz. MENA (Ortadoğu ve kuzey Afrika) diye adlandırılan bölgede kazan kaynıyor.

İran, ABD gerginliği ile ilgili hemen bazı çevrelerden kazanın altına odun atılmaya başlandı bile. Bir taraftan Süleymani’nin Ermeni terörist ile sarmaş, dolaş resimleri servis edilirken, diğer taraftan Rus yanlısı, ABD karşıtı paylaşımlar dikkat çekiyor. Yani kazanın altına her taraftan odun yağıyor. Türkiye için ise durum oldukça kritik tabiri caizse tam da iki ucu pis değnek misali bir durumdayız. Ekseni kaydırılmamış, yurtta sulh cihanda sulh, ilkesine bağlı macera peşinde koşmayan bir dış politikamız olsaydı endişeye mahal yoktu, ama şimdi endişe duymuyoruz dersek yalan olur. Bu konuda bence en doğru ve akılcı değerlendirme merhum Özal dönemi bakanlarından Kazım Oskay’a ait. Bence Devletin en tepesinden başlayarak sorumlu mevkilerde bulunan herkes, “her şeyi ben bilirim” kompleksinden kurtulup tecrübeye, ihtisasa, ortak akla değer vererek ak saçlılarla istişare etmeyi denemelidirler. Hem bu İslam’ın da gereğidir. İstişare, meşveret, şura devlet yönetiminde olmazsa, olmazlardır.

Ortadoğu’da kazan kaynıyor ve aklıselim sahibi herkesi de endişelendiriyor. Bu doğru. Ancak biraz içimizi ferahlatan durum ise bu kazanın ilk defa bugün kaynamadığı. Osmanlı’nın bölgeden çekildiğinden bu yana Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da kazan kaynıyor ve sürekli emperyalist güçler odun atmaya devam ediyor. Yani yıllardır kazan kaynıyor, ama Kaygusuz Abdal’ın söylediği gibi kaz bir türlü pişmiyor.

Kaygusuz Abdal biraz da protest bir bakış açısıyla, belki de 500 yıl önce yazdığı arı ve duru Türkçesiyle bugünkü olaylara ışık tutuyor. Kazana atılmış bir kaz, kırk gündür kaynamıyor. Bir alay derviş onu pişirmeğe çalışırken o, başını tencereden çıkarıp bakıyor. Hop, başka bucağa, uçuyor. Kemiği pişiyor, eti pişmiyor. Suyuna bulgur salıyorlar. Bulgur "Allah!” diye yerinden hopluyor.

Tabii Kaygusuz Abdal'ın, bir kısmı akıl ve mantık dışına tırmanan, çoğu sembollerden kurulan, çağımızın gerçeküstücülüğünü andıran birçok şiirlerinde olduğu gibi, bu şiirdeki KAZ da bir timsaldir. Burada kırk gün değil, kırk yıl, halta binlerce yıl dervişler arasında kalsa bile "derviş" (Abdal) olmasına imkân bulunmayan, kaba saba, riyakar, gösterişçi, duygusuz, çıkarcı, kabiliyetsiz bir insan tipi anlatılmaktadır. Bu tip hiç yeri olmayan dergâha nasılsa düşmüştür. Sekizer dokuzar, dervişlerin ona yardım etmeleri boşunadır. O, adam olmayacak, Abdalların kanını kurutacaktır. Onunla hiçbir dervişin anlaşmasına imkân yoktur.

Bu adamı irşat etmeye imkân yoktur. Allah’ın sevgisine ve O’nu sevmeğe kabiliyetsizdir. “Pişmek” olgunlaşmak kabiliyeti olmayan, apayrı bir iklimden (Kafdağı) gelmiş olduğunu düşündüren, Nuh Nebi’den beri irşat kabul etmeyen bu yaratığın elinden, Kaygusuz Abdal, önce yakınır. Onu başına saranlara beddua eder. “Var git, başımıza kalma bela” diye, onu uzaklaştırmaya kalkar ama boşuna.

Kaygusuz Abdal’ın dizeleri, “Kaygusuz Abdal nidelim, Ahd ile vefa güdelim, Kaldırıp postu gidelim, Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.” Diye sonlanıyor. Buradan anlıyoruz ki aslında bütün bu olan, biten post kavgası, iyi ile kötünün kavgası. İrşat olmaz, laf anlamaz, çıkarcı, riyakar sözde dervişlere karşı postu terk ederek çare bulacağını umuyor Kaygusuz. Oysa bugün postta iyiler değil kötüler oturuyor.  Çare nedir derseniz? Posttaki Trump’ın bir an önce postu kaldırıp Ortadoğu’dan kalkıp gitmesidir.

Bu olur mu? Zaman gösterecektir. Vietnam’da binlerce gencini yitiren A.B.D o günden bu yana hiçbir yerde kazanamamıştır. Elbet bir gün akıl ve sağduyu hakim gelecektir. Zira ABD kırk yıldır kaynatıyor bir türlü kazı pişiremiyor. Olan binlerce masuma oluyor.

Ülkemizde ve çevresinde, huzur, barış, güvenlik, refah ve saadet dileklerimle sağlıcakla kalın.