Bazı dostlar zaman, zaman hep olumsuzlukları dile getirdiğimi söylüyor, yaşanan hiç mi güzel şey olmadığından dem vuruyorlar. Elbette iyiyi, de güzeli de olumlu haberleri de yazmak yorumlamak bizim işimizin bir parçası. Zaman, zaman güzel şeyleri de yazıyoruz, hatta hiç siyasete dokunmadan sadece güzellikleri anlattığım da oluyor. Esasen 15 Temmuz akşamı, halkın büyük çoğunluğunun darbe girişimine karşı nasıl yekvücut haline geldiğini, ardından Yenikapı ruhu denilen birlik, beraberlik ve kucaklaşma arzusunun güzelliğini de hep yazdım. Aslında kavganın, kutuplaşmanın sona erdirilmesi, kucaklaşmanın, barışın, hoşgörünün kamu vicdanında yer edinmesi, halkın moral motivasyonunun güçlenmesi açısından da önemli bir etken. Böylelikle iyiyi, güzeli, doğruyu daha net görebilme imkanı da çıkıyor ortaya.
Bu hafta ben de iyi şeyler, güzel şeyler yazmak istiyordum. Ekim ayının ilk haftasını geride bıraktığımız günlerde havaların iyi gitmesi, güneşli ve ılık bir havanın oluşu geçtiğimiz hafta sonu insanları keyifli şeyler yapmaya sevk ediyordu. Kim bilir, kimileri eşi, dostu ailesiyle, güneşin tadını çıkarmayı, kırlarda doğa ile iç içe olmayı planlamış, kimileri ise keyifli bir brunch veya bir kültürel etkinliğe katılmayı yeğlemişti. Benim planım da Cuma akşamı ikinci yılını dolduran Özgürlük Araştırmaları Derneğinin kuruluş yıldönümü yemeğine katılmak, Cumartesiyi dostlarla keyifli bir şekilde geçirmek ve Pazar akşamı da ayaklarımı uzatıp Türkiye İzlanda maçını izlemekti.
Bu haftaki yazımda Özgürlük Araştırmaları Derneğinin kuruluş Yıldönümünde konuşmacı olarak davet edilen, uluslararası alanda da adını duyuran gazeteci yazar Mustafa Akyol'un konuşmasını değerlendirecektim. Mustafa Akyol'u tanımayanlar için söyleyeyim, hepimizin yakından tanıdığı gazeteci, yazar, TV programcısı Taha Akyol'un oğludur. Babası 80 öncesinin ülkücü kesimin kalemlerinden, 80 sonrasında da muhafazakar, demokrat ve liberal çizgiye evirilmiş, analizlerinde toplumsal bakış açısı ve siyaset sosyolojisi ögelerinden de yararlanarak objektif kalmaya özen gösteren bir entelektüeldir. Oğlu Mustafa Akyol ise dinlediğim kadarıyla tam bir liberal aydın, değerlendirmeleri de hep liberal demokrasi ideolojisi bakış açısıyla oldu.
Bu hafta konuşmasını değerlendirecektim dedim ama maalesef Pazar günü yaşanan hain terör saldırısı bütün şevkimi kırdığı gibi tüm yurttaşlarımızı olduğu gibi beni de derin bir karamsarlığa sevk etti. O yüzden de aldığım notları bir kenara attım yazının başlığını da yazacak güzel bir şey yok diye koydum.
Maalesef gerçekten yazacak güzel bir şey yok. Pazar günü 10 askerimizin şehit edilmesi, 8 yurttaşımızın hain terör saldırısının kurbanı olması yürekleri dağladı. Bu acı geceki İzlanda maçını keyifle izlememize de engel oldu bir de üstüne üstlük aldığımız yenilgi tuzu biberi oldu. Kişisel hırslar ve ne olduğunu bilemediğimiz iç çekişmeler de sonuca yansıdı. Ortada bunca acı varken bir de kalkıp başka mesele yokmuş gibi milli bir meseleyi Arda, Terim anlaşmazlığı, Burak'ın, Selçuk'un kadro dışı bırakılması tartışmaları TV ekranlarına taşınınca iyice keyfimiz kaçtı. Dahası Salı günkü partilerin gurup toplantılarındaki konuşmalar da siyasi havanın yumuşama eğilimlerinin rafa kalktığı izlenimini bıraktı bende. Anlayacağınız yazacak güzel bir şey yok.
Gene de birkaç cümleyle Sayın Akyol'un konuşmasına değinmek istiyorum. Konuşmanın bütününde, demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, dış ilişkilerdeki politika anlayışları ve daha birçok konuda mutabıkız. Ancak bir sözü var ki, Pazar günü yaşananları da dikkate alırsak o konuda mutabık olmamız mümkün değildir. Akyol sözünün bir yerinde liberal bakış açısının siyasal partilerin uyguladığı politikalar konusunda ne yanında ne de karşısında olduğunu, eğrisine eğri doğrusuna doğru dediklerini ifade etti. Bu yüzden de liberallerin artık AKP'yi desteklemediklerinden söz ederek bir de örnek verdi. Mealen şöyle dedi Akyol: " Örneğin geçmişte çözüm süreci, barış süreci gelişmelerini olumlu bulduk destekledik, yarın yeniden gündeme gelirse gene destekleriz."
Ben kendimi bildim bileli hep demokrat çizgide oldum. Kendini tarif et deseler, geleneklerine, inançlarına, milli ve manevi değerlerine bağlı, hürriyetleri, temel insan haklarını, sosyal adaleti savunan, liberal ve demokrat bir kişiyim derim. Bu bağlamda elbette barıştan ve adaletten yanayım ama barış süreci demek, terör örgütüyle masaya oturup tavizler vermek, Oslo görüşmelerini, Dolmabahçe mutabakatını gerçekleştirmek, terörün destekçileriyle kameralar karşısına geçerek onları yüreklendirmek değildir. Keşke sayın Akyol da bu sözünü tavzih edecek açıklamalarda bulunsaydı.
Liberal düşüncenin en eski siyasal hareketi Ahrar Fırkasıdır. Ahrar Fırkası, Hürriyetler, Teşebbüs-ü Şahsi (özel girişimcilik) ve ademi merkeziyet(yerinden yönetim) temel ilkelerini savunuyordu. Hürriyetler ve Teşebbüs-ü şahsi fikirleriyle mutabıkız, nitekim Cumhuriyet döneminde kurulan Serbest Fırka ve Demokrat Parti de bu ilkelere sadıktı. Ancak Ahrar Fırkasının gölge lideri Hanedan mensubu Prens Sabahattin'in ademi merkeziyet fikrindeki ısrarcılığı partiden kopmalara yol açtı. Bu fikirler ulu orta konuşulup tabana yayılınca Balkan halklarının isyanları başladı ve bir, bir elden çıktılar.
Fethi Okyar da Bayar ve Menderes de bu tehlikeyi görerek hiç o konuları telaffuz etmediler. Ancak hak ve özgürlükler adına Menderes dönemi farklı etnik kimlikleri taşıyan yurttaşlarımız arasında adaleti sağlamaya yetti ve bu unsurlar siyaset yoluyla ülkeye ve bölgelerine hizmet ettiler. İç barış isteniyorsa, barış budur! Menderes'in yöntemleridir, yoksa terör örgütüyle pazarlık değildir. Menderes dönemi ülkede hiçbir silahlı etnik kalkışmanın yaşanmadığı bir dönemdir.
Bence yeni nesil liberal entelektüellerin eksiği merkez sağ siyaset anlayışını yeterince tanımamış ve analiz etmemiş olmalarıdır. Oysa liberal demokratların en az %80 oranında örtüşebilecekleri fikirler merkez sağdadır. Liberal entelektüellerin Menderes'i, Demirel'i, Özal'ı iyi etüt etmeleri lazımdır. Merkez sağda birikim de vardır çözüm de vardır, mutlu ve huzurlu günlere ulaşma dileğiyle kalın sağlıcakla.