Halkoylaması yaklaştıkça anket sonuçları da akmaya başladı. Sonuçları tahmin edebilmek için 29 şirketinin araştırma yürüttüğü söyleniyor. Bunların bir kısmı yayınlandığı gibi bir kısmı da sadece anketi sipariş edenlere sunuluyor. AKP’ne, Sayın Cumhurbaşkanına sunulan raporlar nedense kamuoyuyla paylaşılmıyor. Belki de sonuçların paylaşılması kendi açılarından olumsuz sonuçlar doğurabileceği düşünülüyordur.

            Kamuoyuyla paylaşılan anketleri incelediğimizde birçoğunda hayırların önde olduğu gözleniyor. Elbette biz geçmiş tahminleri en tutarlı olanları dikkate almayı tercih ediyoruz. Yeni türemiş adı henüz duyulmamış olanlara da biraz mesafeli durmayı yeğliyoruz. Elbette yayınlanan tahminler hem bizim analizlerimize hem de kararsız seçmenin tercihi için yol gösterici oluyor. Ancak ben bugün ne anketlere, ne yazılan çizilenlere ne de söylenenlere bakmadan yakın siyasi tarihimiz ne söylüyor ona bakacağım.

            Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz ilk seçim 22 Temmuz 1946 seçimleriydi. Tek parti iktidarı, Demokrat Partinin teşkilatlanıp güçlenmesine fırsat vermeden apar topar kavurucu yaz sıcağında erken seçim kararı almıştı. Valiler CHP İl başkanı, Kaymakamlar ilçe başkanı gibi çalışıyor DP adeta devletle yarışıyordu. Buna rağmen DP umulanın üstünde başarı elde etti. İktidarın ellerinden kaymakta olduğunu gören idareciler açık oy, gizli tasnif gibi garabet bir sistemle, hile ve desise yoluyla birçok ilde oyları terse çevirerek CHP’nin iktidarını korudular.

            Dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu hadise iktidarını korumasına rağmen İsmet Paşayı da zora soktu. Bu yüzdendir ki 1950 seçimlerinde sistem değişti, gizli oy aleni tasnif benimsendi. Ancak devlet baskısı devam etti, CHP bütün devlet imkanlarını kullanarak, mülki amirleriyle, askeriyle, polisiyle, jandarmasıyla, radyosuyla hatta memurlarıyla propaganda yaptı. Demokratlar ise kendi ceplerinden, hususi araçlarıyla hatta kimi yerde trenle seyahat ederek tüm yurdu taradılar. Devlet gücü halkı yıldırmıyordu. Tek bir afiş; üzerinde dur işareti yapan bir el ve “yeter söz milletindir” ibaresi devletin gücüne yetti. Sonuç; DP %55.2 oy oranıyla meclisin mutlak çoğunluğunu ele geçirdi. CHP ise tüm devlet imkanlarına rağmen %39 da kaldı. Bu halkın devlet gücüne karşı ilk zaferiydi.

            Çok geçmedi, Menderes’in seçimle devirdiği tek parti, tek adam sultasının işbirlikçileri, oligarşik dikta heveslileri 10 yıl sonra 27 Mayıs darbesiyle seçilmiş iktidarı devirdiler. Türkiye’nin tam on yıl kaderine hükmeden DP yöneticileri ve milletvekilleri eşi benzeri görülmemiş gayri adil Yassıada mahkemelerinde yargılandılar, Başvekil Adnan Menderes, iki bakanı Zorlu ve Polatkan idam edildiler. Yüzlerce milletvekili de hapis cezalarına çarptırıldılar. Ardından 1961 seçimleri yapıldı, darbeciler halkı yanıltmak amacıyla Yeni Türkiye Partisini kurdurdular. Menderes ve demokratların adını anmak yasaktı. Demokratların devamı olarak kurulan Adalet Partisine akıl almaz baskılar uygulanıyor, toplantıları engelleniyor, sözcüleri hakkında sürekli soruşturmalar açılıyor, bezdirilmeye çalışılıyordu. Seçimler yapıldı, AP adeta CHP ile değil devlet gücüyle yarıştı, bütün engellere rağmen AP, CHP kadar oy aldı %35 oyla %36 oranında oy alan CHP’nin ardından ikinci oldu. 1965 seçimleri geldi çattı, halk Yeni Türkiye Partisinin aldatmaca olduğunu anladı, AP gene tüm engeller altında devletle yarıştı. Ancak bu kez AP %52,87 oy oranıyla ezici bir üstünlük sağladı. Bu halkın devletin gücüne karşı ikinci zaferiydi.

            1980 darbesi oldu. 1983 yılında yeniden demokratik hayata dönülmeye başladı. Darbeciler 27 Mayıs’tan ders almışlardı, kendi partilerini kendileri kurdurdular. MDP majestelerinin iktidarı, Halkçı Parti de majestelerinin muhalefeti olarak kurgulandı. AP’nin devamı olan DYP ile CHP’nin devamı kabul edilen SODEP Bizans entrikalarını aratmayacak yöntemlerle seçime sokulmadı. Ancak unuttukları ya da önemsemedikleri bir şey vardı rahmetli Özal’ın partisi ANAP’ı hiç kale almadılar. Devlet var gücüyle MDP ve HP’nin arkasındaydı. Hatta Cumhurbaşkanı Evren tarafsızlığını bir tarafa bırakmış bu iki icazetli parti için meydan, meydan dolaşıp oy istiyordu. Hatta son gün TRT konuşmasında açıkça Özal’a oy vermeyin bile dedi. Ancak halk tam tersini yaptı, Turgut Özal mutlak bir çoğunlukla sandıktan tek başına iktidar olarak çıktı. Bu halkın devletin gücüne karşı üçüncü zaferiydi.

            28 Şubat sonrası kurulan koalisyon hükümetlerinde de devletin gücünü elinde bulunduranlar diğerlerine baskı uyguladılar. Şiir okuduğu için hapse girerek mağdur edilen Tayyip Erdoğan’ın kurduğu partisi büyük bir meclis çoğunluğu ile tek başına iktidar oldu. Hükümeti teşkil eden partilerin hiç biri barajı geçemedi ve meclis dışında kaldı. Bu halkın devletin gücüne karşı dördüncü zaferiydi.

            Tarih tekerrürden ibarettir derler ve gerçekten de tekerrür ediyor. Dün Devletin gücü DP’ye AP’ye, DYP ve SODEP’e hatta bizatihi bugün iktidardaki AKP’ye karşı kullanılırken bugün de HAYIR’cılara karşı kullanılıyor. Türkiye OHAL altında referanduma gidiyor. Meral Akşener’in mitingleri OHAL Valilerince iptal ediliyor. MHP’li muhalif milletvekillerinin toplantıları devletin koruması altındaki kişilerce basılıyor, tartaklamaya tevessül ediliyor, hayır otobüsleri bazı illere sokulmuyor, salon tahsis edilmiyor, salonların elektrikleri kesiliyor, hayır broşürü dağıtanlar gözaltına alınıyor, stant açmalarına izin verilmiyor ve daha nice akla gelmeyecek engellemeler yapılıyor. Ya iktidar ne yapıyor? Bütün devlet imkanları onlara tahsis edilmiş, devletin araçları ve kaynakları keyfice kullanılıyor, halkın vergileriyle kurulan TRT onlara çalışıyor, bütün kanallar Başbakan ve Cumhurbaşkanının mitinglerini canlı yayınlıyor ya da yayınlamak zorunda bırakılıyor, yüzbinlerce billboardlardaki evet reklamları hangi kaynaktan finanse ediliyor bilinmiyor, devletin, belediyelerin araçları mitinglere adam taşıyor, kumanyalar dağıtılıyor, okul müdürleri mahdum beyin konferansına zorla öğrenci götürüyor ve daha birçok imkan devlet gücüyle iktidara sunuluyor. Ve tüm bu olanlar halkın ve dünyanın gözü önünde cereyan ediyor.

            Tüm bu olanlar karşısında hayırcılar hiçbir şeyden yılmadan kapı kapı, köy köy gezerken, AKP’yi kaç seçimdir iktidara taşıyan halk sessiz, suskun, ürkek, tıpkı fırtına öncesi sessizlik gibi. Tarih elbette tekerrür edecektir bu sessiz çoğunluk 16 Nisanı bekliyor, son söz orada söylenecek. Görünen köy kılavuz istemez, halkın devletin gücüne karşı beşinci zaferi yolda. Kalın Sağlıcakla.