2011 yılında tüm ülkede uygulamalı olarak başlatılan aile hekimliği sisteminin iflas etmek üzere olduğunu belirten Ahmet Vehbi BAKIRLIOĞLU komisyonda yaptığı konuşmada; 2017 sonu itibarıyla Türkiye'de 7.772 aile sağlığı merkezinde yaklaşık 24 bin aile hekimi, 23.500 aile sağlığı personeli aktif olarak çalışmaktadır.

Bir aile hekimine düşen nüfus sayısı ortalama 3.300 kişidir. Aynı sayı İngiltere'de 1.800, Danimarka'da 1.600, Portekiz'de 1.500, Almanya'da ise 1.000 kişidir.
Başlangıçta aile hekimliği sisteminin 4 hedefi vardı.

İkinci basamağı yani hastanelere giden hasta sayısını düşürmek, hastanelere yığılmayı önlemek; birinci basamak hekimini hak ettiği hekimlik itibarına kavuşturmak, aile hekimi uzmanı yetiştirilmesini teşvik etmek ve birinci basamak sağlık hizmetlerine olan güveni artırmak...

Ancak gelinen noktada bu hedeflerin hiçbirinin tutmadığını üzülerek görmekteyiz. Bugün aile hekimleri performansa dayalı sözleşmeli çalışmaya zorlanmakta, hasta baskısı ve şiddetine maruz kalmaktadırlar.
Birinci basamak sağlık hizmetleri kiralanmış derme çatma binalarda standartlardan uzak bir şekilde görülmeye çalışılmaktadır. Hekimler ve personel ağır iş yükü altında ezilmektedirler.

Bir hekim düşünün günde 100 poliklinik yapıyor, kronik hastalıkları, anaokulundan liseye kadar okul çocuklarını, gebelikleri ve bebekleri takip ediyor, yetmiyor annelere emzirme eğitimi veriyor, yatalak hastaları ziyaret ediyor, defin ruhsatı veriyor, pansuman yapıyor, kan alıyor, tahlillerin laboratuvara gönderilmesi ve sonuçların getirilmesi süreçlerini takip ediyor, başka kurum, fakülte ve hastanelerin yaptığı araştırma ve anketlere yardımcı oluyor, rahim ağzı kanser taraması, bağırsak kanseri taraması testleri yapıyor, ehliyet mi alacaksın, işe mi gireceksin, okula mı başladın, rapor mu gerekli istikamet aile hekimi...

Bir aile hekimi tüm bu iş yoğunluğunun yanında kirasını takip etmek, yanında çalışan personele maaşını vermek, aile sağlık merkezinin bakımını, temizliğini yapmak, yaptırmak zorunda.

Devlet adına çalışıyor, diğer kamu görevlisi statüsünde ama stopaj ve çevre vergisi vermekle mükellef. Bu kadar yoğunluğun, iş yükünün içinde diyelim ki bir anne baba yeni doğmuş bebeklerini topuktan kan almak için sağlık merkezine getirdiler, aşı yapılması gerekli, ancak aile çocuğuna aşı yaptırmıyor, aile hekimi anne babayı ikna etmek zorunda çünkü Bakanlık "Çocuğun aşısını yapmazsan ücretinden keserim." diyor. Aynı şey gebelik için de geçerli.
Aile hekimi ve personelinin izin mevzuatı yok aslında. Yıllardan beri izin kullanmayan aile hekimleri var. Doğum izni sonrası ücretsiz izin hakkı aile hekimliğinde yok. On altı haftalık doğum izninde yerine vekâlet edecek bir doktor bulursa sıkıntı yok, ancak bulamazsa Bakanlık bir doktor görevlendiriyor ve aile hekimi ücretinin yarısını vekâlet eden doktor alıyor. Tüm bu yaşananlar hem sağlık çalışanlarının hem toplumun aile hekimine olan ilgisini azaltmaktadır. Aile hekimleri angaryadan, izin kullanamamaktan, kira baskısından, performans baskısından ve şiddetten yılmış, motivasyonunu kaybetmiş durumdadır.
Birinci basamak sağlık hizmetleri sunan hekim ve sağlık çalışanlarının güvenli ortamlarda, şiddet görmeden, iş güvencesini de içeren, mesleki bağımsızlığını koruyan, iyi hekimlik değerlerine ve mesleki eğitime katkı sunan bir ortamda çalışmaları en doğal haklarıdır ifadelerine yer verdi.

Editör: TE Bilişim