Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Suruç, Paris, Brüksel, Pakistan katliamları. Yüzlerce masum insan terör saldırılarında hayatını kaybetti. Türkiye başı çekiyor.
Nevruz öncesi ve sonrası günlerde sokaklar bomboştu. Normal zamanda yarım saat, 45 dakikada gidemediğiniz yere 7-8 dakikada ulaşıyorsunuz. AVM'lerde döne döne park yeri aradığınız otoparklarda girer girmez park edebiliyorsunuz. Toplu taşım araçlarında, otobüslerde insanlar birbirinin üstüne çıkmıyor. Analar tahsildeki evlatlarını uyarıyor: "aman evladım ihbarlar varmış falanca mekanlara gitmeyin, kalabalık yerlerde dolaşmayın!" Çarşılarda, AVM'lerde siftah yapmadan kepenk indiren dükkanlar var. Opera, Tiyatro, konser salonlarında haftalar öncesinden bilet bulamazken, performans günü gişeye gidin, ön sıralardan yer bulmanız bile mümkün.
Hafta sonu Demokratlar Platformu taban hareketi toplantısı için Samsun'daydım. Kentin en büyük ve modern AVM'si Piazza'da in, cin top oynuyor. Yiyecek, içecek bölümünde masalar bomboş, kasalarda kuyruk yok. Gazeteler İstanbul otellerinin, özellikle de Taksim ve Sultanahmet bölgelerindeki otellerin boşluğunu yazıyor. Garsonlar bir masaya iki kişi bakıyoruz diyerek bunu çok güzel özetlemişler. Esnaf kan ağlıyor…
İktidar da, muhalefet de normalleşme çağrısı yapıyor, çıkın sokaklara diyorlar ama güven vermiyorlar. Başbakan kırlara çıkın, çarşıya çıkın, inadına sokaklarda gezin diyor ama olası bir terör saldırısına karşı halkı nasıl koruyacağına dair bir ipucu vermiyor. Belçika'da anında iki bakan istifasını veriyor ama Sayın Başbakan dönüp de kaçıncı defa teröre mağlup olan bakanlarının istifasını bile isteyemiyor. 45 yavrumuza tacizde bulunulan vakfı koruyan, bir kereden bir şey olmaz diyen aile bakanına çekil diyemiyor. Halk nasıl güvensin de çıksın sokaklara?
Sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları da aynı çağrıyı yapıyor. Aslında halk da teröre inat aynı tepkiyi veriyor ama bir türlü siyaset kurumuna güvenip de sokağa çıkamıyor.
Aslında sorun buradadır. Siyaset kurumu teröre karşı topyekun bir mücadeleyi kararlılıkla sürdürebilecek bir çözüm reçetesini halka sunamamaktadır. Sivrisinekleri öldürerek sonuç alamazsınız, bataklığı kurutmanız gerekir. Ne bugünkü iktidarın ne de bugünkü muhalefetin bataklığı kurutmaya yönelik bir yöntem önerisi yoktur. Çözüm diye önümüze konulan şeyin ülkeyi nasıl terörün odağı haline getirdiğini, kan gölüne çevirdiğini görmedik mi? Ülke yangın yerine dönmüş, bir bölümünde adeta gayri nizami bir savaş yaşanıyor. Her gün ajanslar kaç teröristin etkisiz hale getirildiğine dair rakamlar veriyor. Ne demekse? Niye öldürülmüştür denilmiyor da etkisiz hale getirilmiş deniyor? Ben anlayabilmiş değilim. Bu rakamlar verilirken her gün maalesef gencecik evlatlarımızın da kaç tanesinin şehit haberi veriliyor, ocaklara ateş düşmeye devam ediyor. Yazık değil mi?
Umudumuzu kaybetmeyelim. Bu terör ya bitecektir! Ya da bitecektir misali kararlı bir sese ihtiyacımız vardır. Çözüm önerisi olan, din, dil, etnik kimlik, mezhepsel farklılık gözetmeden 76 milyon yurttaşımızı topyekun kucaklayacak bir sese ihtiyaç vardır. Barışı, hoşgörüyü, temel insan hak ve hürriyetlerini, hukukun üstünlüğünü, din ve vicdan hürriyetlerini, bağımsız yargıyı, kuvvetler ayrılığını yönetim anlayışının merkezine koyacak bir sese ihtiyaç vardır. Toplumun huzur, güvenlik, refah ve saadetini temin edecek bir sese ihtiyaç vardır. Ülkemizi yeniden komşularıyla dost, dışarıda itibarı olan, bölgesinde lider ve sözü dinlenen bir konuma getirecek, yurtta sulh cihanda sulh anlayışını yeniden dış politikamızın merkezine koyacak bir sese ihtiyaç vardır. Kısacası toplumun merkez sağa ve onun yeni liderine ihtiyacı vardır. İşte o zaman normalleşiriz ve gönül rahatlığıyla yeniden çarşılara, kırlara, bahçelere, sokaklara çıkabiliriz.
Türkiye şiddetle normalleşmeyi bekliyor. Tünelin ucu gözükmüştür, normalleşmeye zemin oluşturacak siyasal hareketlenme başlamıştır, her geçen gün yol alıyoruz. Türkiye'nin geleceği aydınlık, insanları mutlu olsun istiyoruz. Ya normalleşeceğiz, ya da normalleşeceğiz. Kalın sağlıcakla.