12 Eylül darbesi ülkenin üzerine kabus gibi çökmüştü. Merhum Demirel ve Ecevit Çanakkale Hamzakoy'a sürgüne gönderildiler. 29 günlük esaretten sonra Demirel Güniz sokaktaki evinde dört duvar arasına mahkum edildi. Gelenin gidenin izlendiği, fişlendiği bu dönemde bile Demirel ziyaretçileri eliyle halka mesaj vermekten geri durmadı. Partilerin kurulmasına izin verildikten sonra bu mesajlar yerini buldu, halkın bir anda ilgi ve sevgisini kazanan Büyük Türkiye Partisi kuruldu. Ancak darbeciler bu sevgiden korktular, BTP'yi bir bildiriyle kapattılar, Demirel ve arkadaşlarını bu kez Zincirbozan'a sürgüne gönderdiler.
Zincirbozan adeta bir okuldu, o okulda CHP'liler bile derslerden nasibini alıyorlar, demokrasi, hürriyet ve kalkınma meselelerinde Demirel'in rahle-i tedrisinden geçiyorlardı. Demirel'in her sözü hikmet içeriyor ve bunlar "Bir Bilen" rumuzuyla halka yansıtılıyordu. Bu durum Zincirbozan'dan sonra da sürdü. Demirel'i susturmak mümkün değildi. Darbecilerin anayasasında bile, ifade ve söz hürriyeti, seyahat hürriyeti gibi temel haklar vardı. Demirel'in siyaset yasağına rağmen bu haklardan yararlanma hürriyeti de vardı.
İnşaat Mühendisleri odasının bir toplantısında ilk kez odanın bir üyesi sıfatıyla kürsü aldı. Saatlerce demokrasiyi, insan haklarını, hürriyetleri, barajları, suyu ve enerjiyi anlattı, GAP'ı anlattı, medeniyet projelerini anlattı. Ardından halkla ilk temas Bursa'da gerçekleşti. Sonra sıra asrın projesi GAP'a geldi. Adana'dan başlayan yol boyu harekatı Şanlıurfa'da son buldu ve oradaki toplantıların ardından Diyarbakır'a devam etti ve üçüncü günün sonunda Diyarbakır hava alanından Ankara'ya dönüldü.
Biz de DYP GİK üyesi Av. Yaşar Topçu'nun köhne arabasıyla, Ankara'dan yola çıktık, Adana'da bir gece eski Milletvekili Halit Dağlı'nın konuğu olduktan sonra ertesi günü Demirel'le birlikte Şakir Paşa Hava alanından yola koyulduk. Ne Yaşar Topçu ne de Halit Dağlı ileride milletvekili ve bakan olacaklarını hayal bile etmiyorlardı, tek amaçları vardı ülkeyi yeniden demokrasi ve özgürlüklere kavuşturmak, kalkınmanın fitilini yeniden ateşlemek.
Ceyhan, Osmaniye, Nurdağı, Nizip, Gaziantep, Birecik derken Şanlıurfa'ya vardık. Geçtiğimiz her kasaba, il ve ilçede heyecan doruktaydı. Emniyet'in bütün engellemelerine, konvoyun dağıtılmasına rağmen Demirel'in takipçileri vaz geçmiyorlar her yerleşim biriminde konvoy yeniden birleşiyor, büyüyerek yoluna devam ediyordu. Yol boyunda halkın taşıdığı elle yazılmış, eğreti döviz ve pankartlar basının ve bizlerin dikkatinden kaçmıyordu. Osmaniye'deki sakallı bir ihtiyarın taşıdığı "daş…ını yerim Babo" ve sonraki duraklardaki "kurtar bizi baba" gibi pankartlar Barajlar Kralına yeni bir unvan kazandırıyordu: BABA.
Atatürk Barajı ve Urfa Tüneli şantiyelerindeki inceleme ve brifingin ardından Şanlıurfa'da geceledik. Sıcaktan ve yorgunluktan uyuyabilmek mümkün değildi. Ezanla birlikte kalktık, Dergah Camiine gittik. Baktık ki; Demirel de orada İstanbul eski milletvekili Recep Özel, Necmettin Cevheri, Ekrem Ceyhun ve Şanlıurfalılarla sabah namazındalar. O muhteşem uhrevi hava adeta yeniden hür ve aydınlık günlerin müjdecisiydi.
O gün Harran'a gittik. Kıl çadırlar kurulmuş, Suruç'tan, Ceylanpınar'dan, Siverek'ten, Viranşehir'den, hatta Mardin'den, Siirt'ten aşiretler toplanmış, on binlerce insan çatlamış çorak topraklar üzerine serilen kilimlerin üzerine bağdaş kurmuşlardı. Kimsenin terörden eşkıyadan korkusu yoktu, adeta kurtarıcısına kavuşmanın heyecanını yaşıyordu. Demirel geldiğinde zılgıtlar çekiliyor, davullar vuruluyor, zurnalar çalıyor, halaylar oynanıyor, kurtar bizi baba çığlıkları semayı inletiyordu. Kocaman bir pankart hemen gözümüze çarptı: "Toprak Suya Biz Sana Hasretiz". Aslında bu tek cümle bütün her şeyi özetliyordu. Çok geçmeden hem toprak suya hem de millet Demirel'ine kavuştu. Toprağın suya kavuşma günü biz gene oradaydık ve "dağları değil çağları deldik" sözleriyle yüzyılın olayına tanıklık ediyorduk.
30 yılı aşkın süre önce cereyan eden bu hadiseyi niye anlattım? Bugün Demirel yok! Toprağın suyla hasreti de onun sayesinde sona erdi, ama o günlerin özlemi hala sürüyor. Zira huzur, sükun, refah, barış onca ilerlemeye rağmen hala sağlanamamış. Milletin içine nifak tohumları ekilmiş, bölgede can güvenliği kalmamış, savaş hali sürüyor, o gün orada toplanan on binler darmadağın olmuş, savrulmuş, bölünmüş, hoşgörü yok olmuş. Kısacası ülkemin üzerinde kara bulutlar toplanmış, suya kavuşmuşuz ama manevi kuraklık sürüyor.
Kuraklık olunca, halk yağmur duasına çıkar. Cenabı Allahtan, rahmetini esirgememesi, bereketini göndermesi için dua eder. Türkiye'nin nabzını tutuyoruz, inanın ki halk manevi kuraklığın giderilmesi için duacı. Toprak suya hasret biz sana hasretiz sözü hala geçerli. Halk önderini bekliyor, dua ediyor, önüne düşecek yeniden huzur ve sükunu tesis edecek, barış ve hoşgörüyü egemen kılacak, kalkınmayı yeniden ateşleyecek liderini bekliyor. Demirel yok ama onun fikir ve ideallerini, halkı kucaklayıcı şefkatini, sürdürecek halefini arıyor. Türkiye'yi yeniden imar ve inşa edecek, iç barışı sağlayacak, ateş çemberine dönen etrafındaki komşularıyla yeniden dostluklar kuracak, Ortadoğu barışının kurulmasında sağduyuyu egemen kılacak, yaraları saracak, ülkenin birlik ve bütünlüğüne halel getirecek her türlü hain planlara karşı barışçıl çözümler üretecek merkez sağ liderini arıyor.
Bu çağrıya kulak verin! Bu çağrıya kulak tıkayanlar, halkın talep ve beklentilerini görmezden gelenler vebal altındadırlar. Bu vebale ortak olmayın! Gelin düşün önümüze ülkeyi ayağa kaldıralım. Gelin bir olalım, diri olalım, yeniden Büyük Türkiye hedefine yelken açalım. Toprak suya millet liderine hasret, bu lider vardır, hem de yanı başımızdadır. Kalın sağlıcakla.