Muhsin Divan'ı çoğunuz tanırsınız ama medyatik yönüyle. Bir zamanlar bir TV kanalında Takip isimli bir yarışma programı vardı, takipçi yarışmacılara karşı yarışır, onların bilemedikleri soruları yanıtlayarak programa renk katardı. Her programda yarışmacılar değişse de takipçi, yani Muhsin Divan hiç değişmezdi. Aylarca hiçbir yarışmacıya da yenilmeyerek adeta bir fenomen haline gelmişti.
Benim için Muhsin Divan takipçi değil, aynı davaya gönül vermiş, 40 küsur yıllık gençlik arkadaşımdır. AP'de gençlik kolu başkanlığı DYP'de İstanbul İl Başkanlığı yapmıştır. Bir dönem Sarıgül'ün karşısına AKP'den Şişli Belediye Başkanı olarak gösterilmesi dışında demokrat çizgiden de hiç sapmamıştır. Zaman, zaman sosyal medyada yaptığı analizler ve değerlendirmeleri dikkate alınmaya değer bulurum. Birkaç gün önce 18 Mart Çanakkale zaferini kutlayıp, aziz şehitlerimizi saygı ve rahmetle andıktan sonra Osmanlının son dönem politikalarını sorgulayan bir yazı kaleme almış. "Tersinden Bir Soru" diyor kendisi. Sosyal medyanın magazinsel ve sansasyonel paylaşımları arasında kaybolup gitmesin diye düşündüm, aynen aktarıyorum:
"Balkanlarda perişan olmuş, yorgun ve bitkin Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşında ne işi vardı? Enver ve şürekasının, aciz padişahı hiçe sayarak, bizi Alman Emperyalizmine uşaklık etmek uğruna bir büyük felakete itişi, hamaset gösterilerinin arkasında uykuya yatmaya devam mı edecektir? Emperyalistlerin çıkarlarına alet olarak, bir Alman kumandanın peşinde Çanakkale'de beyhude yere on binlerce yavrumuzun canına mal olan bir savaşın kahramanlığını kutlayacağız da, bu savaşın nedenlerini sorgulamayacak mıyız?
Evet, 1915'de "Çanakkale Geçilmez" dedikten 3 yıl sonra Cihan harbini mağlup bitirip, Çanakkale ve İstanbul boğazlarını ardına kadar açıp, payitaht İstanbul'u bütünüyle küffara teslim ettiğimizi hatırlatmayacak mıyız? İçine yuvarlandığımız bu hengamede, sadece Çanakkale'de değil, Galiçya'da, Yemen'de, Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de Sarıkamış'ta yüzbinlerce vatan evladımızı ve koca bir imparatorluğu nasıl yitirdiğimizi konuşmayacak mıyız?
Osmanlı imparatorluğunu tepeden tırnağa yanlış politikalarla yıkan, bitiren zihniyeti, illüzyon yaparak bizim önümüze temcit pilavı gibi koyup, bonfile niyetine yutturmaya çalışanlara diyecek sözümüz yok mudur? O enkazı cilalayıp, parlatanların, oradan, emperyalistleri ve onların uşaklarını bir kurtuluş savaşıyla yurdumuzdan kovup bize bu cumhuriyeti hediye edenleri karalamalarına tahammül etmek mümkün müdür? Türkiye Cumhuriyeti'ni "90 yıllık eziyet" diyerek her fırsatta yerin dibine batıranların, o devrin hemen öncesindeki kepazelikleri halının altının süpürme numaralarını herkes yutsa da ben asla yemem. Bunu böyle bilesiniz."
Evet! Muhsin Başkan böyle diyor, sonuna kadar da haklıdır. Aslında en can alıcı yeri de son paragrafta gizlidir. Zira Cumhuriyet düşmanlığı, Osmanlı hayranlığı bugüne kadar hiç bu kadar zirve yapmamıştı. Çok değil daha birkaç yıl öncesine kadar TV'lerdeki sözde tarih programlarında üstü örtülü söylenenler bugün alenileşmiş ve küfre dönüşmüştür. Hatta Cumhuriyetin Osmanlı'ya karşı yapılmış bir darbe olduğunu iddia eden kendini bilmezler bile çıktı ortaya. Aslında bu çıkışlar, Osmanlının çöküşünü hazırlayan dış güçlerin Türkiye'deki işbirlikçilerinin yeniden diriltilmesini isteyenlerin oyunundan başka bir şey değildir. Milli Mücadelenin karşısına dikilen başta İngiliz Muhipleri Cemiyeti olmak üzere, Kürt Teali Cemiyeti, Teali-i İslam Cemiyeti gibi örgütler bugün başka kimliklerle gün yüzüne çıkmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu'da bin yıldır egemen olan Selçukludan, Osmanlının çöküşüne kadar bu vatanda kurulan tüm Türk Devletlerinin devamıdır. Tarihine, kültürüne, geleneklerine bağlıdır. Cumhuriyet bu topraklarda yaşayan, devletine, milletine, bayrağına bağlı tüm unsurların ortak aklının eseridir. Sınırları kanla çizilmiştir, bozguncu ve işbirlikçilerin hıyanetine rağmen bu toprakların evlatları kanlarının son damlasına kadar vatanlarını savunmuşlar, zafere ulaşmışlardır.
Biz kahraman ecdadımıza sımsıkı bağlıyız, onlarla da iftihar ederiz. Ancak Osmanlı'nın çöküş dönemine girmesiyle birlikte dış güçlerin tezgahına gelerek, toprak kaybedişimizi, ve sonunda teslim olarak ülkeyi tümüyle kaybetme noktasına gelişimizi de asla kabullenemeyiz. Sorgulamak da hakkımızdır.
Cumhuriyeti Osmanlı'ya yapılmış darbe diye göstermeye çalışan Ebu Cehiller bilmezler mi ki; gerileme sürecine giren Osmanlı'da tam 11 Padişah, yeniçerilerin, sipahilerin, kapı kullarının kazan kaldırmaları sonucu darbeyle tahttan indirilmiştir. Halledilen, kellesi alınan Sadrazam sayısı hesabı bile yapılmayacak kadar çoktur.
Darbelerin panzehiri, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen tam demokrasi, bağımsız ve tarafsız yargı, kuvvetler ayrılığı ilkelerinin kusursuz işlediği demokratik bir sistemdir. Liderlerin seçtiği değil halkın özgür iradesi ve ön seçimle aday olmuş, seçilmiş milletvekillerinden oluşan, denetleyebilen, sorgulayabilen güçlü bir parlamento ve vatandaşların evrensel hak ve özgürlüklerini kısıtsız kullanabildiği, bir sistemi kurmak ve işletmektir. Bu açıdan Türkiye'nin gerçekten yeni bir demokratik anayasaya ihtiyacı vardır. 16 Nisanda oylayacağımız tasarı bunları karşılayabiliyor mu? Hayır! Aksine daha geri götürüyor, o defter 67 yıl önce bir daha açılmamak üzere kapandı.
Cumhuriyeti, demokrasiyi koruyup kollamak, ülkeyi daha ileri götürecek kadrolara yol vermek bütün vatandaşlarımızın görevidir. Bunu başarmak için sahip olduğumuz tek silahımız oyumuzdur. Geleceğimize oyumuzla sahip çıkacağız inşallah. Kalın sağlıcakla…