Yoğun bir tempoda geçen, geçtiğimiz iki haftanın ardından bugün yeniden sizlerle buluşmanın, hasbıhal etmenin sevincini yaşıyorum. Öncelikle tüm okuyucularımın mübarek Ramazanını kutlar, bu rahmet ve bereket ayında ülkemizin, tüm İslam aleminin ve insanlığın huzur, barış, güven, refah ve saadet içinde olmasını dilerim. Ramazan ayı aynı zamanda manevi duyguların, yardımlaşmanın, rahmet ve şefkatin de zirve yaptığı günlerdir. Sıla-i Rahim kavramı da işte böyle günlerde önem kazanır.

            Nedir sıla-i rahim? Eş, dost, hısım, akraba, yaşlılar, kimsesizlere ilgi, şefkat, merhamet göstermek, yakınlaşmak, gönül almak, yardım etmek anlamında kullanılır. Bir başka anlamı da doğduğun, yetiştiğin topraklara gitmek, eski dostlarla kucaklaşmak, yardımlaşmaktır. Ömrünün büyük bir kısmını gurbette geçirenler için bu anlamda sıla-i rahim önem arz eder. Çok şükür ki gurbette olsam da bendeniz, toprağımdan hiç kopmadım, evimi, barkımı hep açık tuttum, baba ocağı hep tütsün istedim. Dahası ahirete göçenlerimizin hatıraları hep yaşasın, her daim anılsın istedim, bunun gereğini de yaptım.

            Maalesef geçtiğimiz günlerde Manisa’nın, Manisalının geleneğine, göreneğine hiç de uygun düşmeyen, sıla-i rahim kavramını yerle bir eden bir olay yaşandı Manisa’da. Hem televizyon haberlerinde geniş yer buldu, hem de sosyal medya bununla çalkalandı. Ayrıntıya girmeyeceğim, umarım bir kebapçıda cereyan eden bu hadiseyi hepiniz anlamışınızdır. Benim asıl sorum sevgili Hasan Geriter dostumuza, lokantacılar, kebapçılar odamıza ya da diğer ilgili meslek örgütümüze. Bu haysiyet kırıcı hadiseye sebep olan işletme hakkında meslek etiği kuralları çerçevesinde herhangi bir işlem yaptınız mı? Ahilik geleneğini, kültürünü her daim yaşatan, sosyal ve manevi yönünü hiç unutmayan, hayırsever ve yardımsever Manisalı esnaf dostlarımızın böyle bir olaya asla meydan vermeyecek yapıda olduklarını çok iyi biliyorum. Ama bu kabil insanları da aralarında barındırmamaları gerektiğini düşünüyorum.

            Daha önceki hafta sonu, dedelerimin yadigarı, belki de bugün itibariyle varlığını sürdüren, kuruluş kararnamesi altında Atatürk’ün imzası bulunan, Türkiye’nin en eski anonim şirketlerinden Tasarruf İplik Sanayi A.Ş’nin genel kurulu vesilesiyle Demircideydim. Dostlarla hasret giderdim, meşhur Demirci keşkeğinden de nasibimi aldım. Kısa süreli geliş gidişler dışında uzun zamandır gelmemiştim Demirci’ye. Elbette sıla hasretini gidermek beni mutlu etti ama diğer açılardan pek de sevinçli döndüğümü söyleyemem.

            Demirci küçülmüş, yılların halı imalatçısı bazı dostlarımız işi bırakmışlar farklı işlere yönelmişler, esnaf perişan, lokantalar boş, üniversite olmasa büyükçe bir köyden ibaret olacağız diyor konuştuğum kişiler. Üniversitenin yıl sonu şenlikleri başlamıştı, ondan biraz medet bekliyordu halk. Ancak artık geleneksel hale gelen panayır çok sönüktü. Üstelik stantlarda Demircili esnaf, sanayici, tüccar yok gibiydi, İzmir’den, Manisa’dan, Salihli’den panayırcılar işgal etmişler sergileri. Rastladığımız tek bir Demircili esnaf vardı onlar da Adıyaman çiğ köftesi satıyorlardı, buyur ettiler stantlarına biraz dertleştik. Hem merkezi hükümetin hem de belediyelerin Demirciyi unuttuklarını söylediler.

            Sayın Belediye Başkanıyla birkaç kez değişik ortamlarda tesadüf ettik. O da kabul ediyor bu eksiklikleri ama kusuru Büyükşehir Koordinatörlüğüne yüklemekten de geri kalmıyor, devamla Büyükşehir ile ilçe belediyesi ayrı olduğunda hizmet alamıyoruz diyor. Bana göre bu mazeret değildir, belediye başkanları seçildikleri andan itibaren artık partilerinin değil halkın başkanıdırlar. Öyleyse parti rozetini belediyenin kapısında çıkarıp memleket hizmeti için diyalog ve işbirliği yollarını araması gerekir.

            Büyükşehir Koordinatörü arkadaşımızla da bir araya geldik konuştuk, ama o hiç kimseyi suçlamıyor, diyalog kapısının açık olduğunu gördüm. Vatandaşla da konuştum, kimi başkanı kimi ise Büyükşehir koordinatörünü haklı buluyor ama çoğunluk sorguluyor. Kent meydanı projesini neden kaçırdık? Gördes de AKP partili belediye ama onlar bu fırsatı kaçırmadılar, itibarı büyükşehir kazanacak demeden ilçelerine yapılan yatırıma kucak açtılar diyor. Belediye’nin asfalt plentini büyükşehir belediyesine devretmeyerek köy hizmetlerini aksattığını söylüyorlar. Sonuç olarak bu kısır çekişmenin zararını Demirci halkı çekiyor. “Rekabet içinde işbirliği”, ”kazan, kazan” bunlar yeni yönetim anlayışının daha doğrusu iyi yönetişimin kavramları, anlaşılan yöneticilerimiz bunlardan bihaber. Hizmet etmenin temel şartı işbirliği ve diyalogdan geçer, benim her iki tarafa da tavsiyem budur.

            Son olarak Manisa’mızda yaşanan deprem ilgili başta Gölmarmara ve Saruhanlı ve köyleri olmak üzere tüm hemşerilerime geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Çok şükür ki bu deprem can kaybı olmadan ufak hasarlarla atlatıldı. İlk andan itibaren derhal bölgeye intikal eden Türk Kızılay’ı Manisa şubesine, kadim dostlarımız Cemal Kahraman ve Cengiz Yurdabekçi’ye, yönetici arkadaşlarımıza, gönüllü ve çalışanlarına, Büyükşehir ve İlçe belediyelerimize tebrik ve şükranlarımı sunuyorum.

            Bu yazıyı yazarken, Ülkücü hareketin teorisyenlerinden, eski 27 Mayısçı, hemşerimiz Ahmet Er’in vefat haberini aldım. Onunla ilgili bir anımı gelecek hafta yazacağım. Allah rahmet eylesin Ülkücü camianın başı sağ olsun. Kalın sağlıcakla…