Kimse başlıktaki ifadeye bakıp da özelleştirme karşıtlığı ya da popülizm yapıyorum falan sanmasın. Ben sadece Türk tarımının, tarıma dayalı endüstrilerimizin düşürüldüğü duruma ve halk sağlığını tehdit eden NBŞ tehlikesine parmak basmak istiyorum. Kendisi de hekim olan Tarım Bakanının da farklı düşüncede olduğunu sanmıyorum. Üstelik hekim olarak halkın sağlığını da en az bizler kadar düşünebileceğini umut etmek istiyorum. Ne var ki; mensubu bulunduğu iktidar kendisinden önceki bütün hükümetlerin bu ülkenin varlık hanesine kazandırdığı dev tesisleri bir mirasyedi çılgınlığı ile tarumar etmeyi alışkanlık haline getirmiş durumdadır. Peki! Yerine yeni bir şeyler koyabiliyorlar mı? Ne gezer! 

            Evet! Devlet, tarımla, ticaretle, et, süt, konfeksiyon v.b gibi hafif endüstrilerle uğraşmamalıdır. Özelleştirme, bu gibi alanlarda kaçınılmazdır. Ancak, Devlet stratejik öneme haiz tesislerini, enerji, haberleşme başta olmak üzere ulusal güvenliğini tehdit edebilecek sektörlerden çekilmemesi gerekir. Türkiye Cumhuriyetinin iktisadi temelleri 17 Şubat 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de toplanan Birinci Türkiye İktisat Kongresinde belirlenmiştir. 

            İzmir İktisat Kongresinin sonuç bildirgesi ve Gazi Mustafa Kemal’in kongre konuşması ülkenin iktisadi yönünün nasıl olacağının da açık bir göstergesi olmuştur. Nitekim kongreye batı dünyasından hiçbir temsilci katılmazken sosyalist bloktan katılan Rus Büyükelçisi Aralof ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof başkentlerine çektikleri telgraflarda Türkiye’nin yüzünü batıya döndüğünü ve liberal ekonomik sistemi benimsediklerini bildirerek Türkiye’de tesis edilmek istenen rejimin de kendi yönlerinde olmasının beklenmediğini ifade etmişlerdir. 

            Kongre kararında hür teşebbüsün destekleneceği, sanayileşmenin hür teşebbüs eliyle yürütüleceği ve ihtiyaç duyulan sermayenin kurulacak kalkınma bankaları eliyle özel sektöre sağlanması öngörülmüştür. Yabancı sermaye ile ilgili en açık ifade de Mustafa Kemal’in “ Bize dost olan ecnebi sermayeye karşı değiliz” sözlerinde yer almıştır. Kararda ayrıca yeterli sermaye birikiminin olmadığı ahvalde devletin ihtiyaç duyulan alanlarda sanayi yatırımlarını gerçekleştireceği de belirtilmiştir. Aslında bu ifadeler Devlet destekli kontrollü bir liberal ekonomi modelinin milli çıkarlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda yürütüleceği anlamına geliyor. Bu bağlamda devlet hemen temel ihtiyaçlara yönelik yatırımlara girişmiştir. Şeker fabrikaları, bez, kağıt, kibrit, çimento fabrikaları kurulmaya başlanmıştır. Yine aynı dönemde Kırıkkale’de barut fabrikası açılmış Karabük’te Demir Çelik Yatırımı başlamıştır. Sanayi Kredi Bankası, İş Bankası kurulmuş, zaman içinde özel sektör yatırımları da çoğalmıştır. 

            Konumuz şeker fabrikaları olduğuna göre şeker fabrikalarına ayrı bir pencere açmak gerekir. Şeker fabrikalarının ilkleri erken Cumhuriyet döneminde açılmış DP iktidarıyla birlikte tüm Anadolu’ya yayılarak hemen hemen pancar ziraatı yapılan her yere ulaşmıştır. Şeker fabrikaları sadece Türk halkının en temel ihtiyaç maddelerinden olan şekeri üretmekle kalmamış bulundukları bölgeye hayat kazandırmış, adeta bir çekim merkezi haline gelmiştir. Şahsen ben de TAKSAN’da görev yaptığım zamanlarda, henüz kendi sosyal tesislerimiz tamamlanmadığından, Kayseri ziyaretlerimde Şeker Fabrikası konukevinde kalmayı yeğlerdim. Zira o dönemlerde Kayseri’de vasıflı oteller çok nadirdi. Şeker Fabrikalarında işlenen pancarın küspesi de ziyan edilmez fabrika arazilerindeki çiftliklerde yetiştirilen büyükbaş hayvanlar için yem olarak kullanılırdı. Sütünden en doğal yöntemlerle hilesiz yoğurt, peynir v.s gibi ürünler elde edilir, bunlar kendi kantinlerinde satılır hatta camia dışından da ısrarla aranırdı. Kısacası şeker fabrikaları sadece temel bir ihtiyaç maddesini üretmekle kalmaz, komple bir tesis gibi çalışırdı. Ayrıca pancar üreticileri eğitilir tarımda verimliliğin artırılması yönünde katkı sağlanırdı. Diğer taraftan Ankara’daki Şeker Makine Sanayii bu tesislerin bakım, onarım ve teknolojik yenilenmelerini yaptığı gibi, gelişmekte olan bazı ülkelere komple yeni tesisler de kurar ülkeye döviz kazandırırdı. Yani şeker fabrikaları Türk ekonomisi için vazgeçilmezler arasında yer alıyordu. Sanıldığı gibi şeker fabrikaları zarar da etmezdi. 

            Şeker fabrikalarının zarar ettiği, devletin sırtında kambur olduğu algıları ne zaman yaratılmaya başlandı? Uluslararası tekellerin ülkemizde nişasta bazlı şeker üretimine müsaade edilmesiyle başladı. Diğer taraftan sistemli bir şekilde fabrikalar zarar ettirilmeye başlandı. Nasıl mı? Birincisi üretici korunuyor maskesiyle pancar taban fiyatları olması gerekenin üstünde tutuldu. İkincisi kampanya döneminde alınan mevsimlik işçilerin sayısı artırıldı, çalışma süreleri fazla tutuldu. Son olarak ise siyasi baskılarla kantar sayısı artırıldı, neredeyse her on kilometreye bir kantar açıldı. Bütün bunlar maliyetleri artırdı, hem fabrikalar zarar etmeye başladı hem de şeker fiyatları artırılarak halkın üstüne yük olmaya başladı. Ardından Dünya Bankasınca Şeker Kanunu dayatması geldi. Devlet Bahçeli’nin de imzasıyla hazırlanan tasarı muhalefetin ve pancar üreticilerinin yoğun itirazlarına rağmen Meclisten geçerek yasalaştı. Bu Kanun ile bir taraftan pancar ekim alanları daraltılırken diğer taraftan NBŞ kotaları artırıldı ve pancar çiftçisinin sonu hazırlandı. Bu süreç planlı bir şekilde Türk halkını çoğu GDO’lu mısırdan üretilen NBŞ’e mahkum eder hale geldi ve halk sağlığı tehdit altına girdi. Şeker fabrikaları ise çoğu atıl kaldı, zararlar da arttıkça arttı. 

            Bu zararlar gerekçe gösterilerek şimdi özelleştirme süreci başlatıldı. İlk satışlarda bırakınız fabrika bedelini arsa rayiç fiyatının neredeyse beşte biri bile etmeyen teklifler yapıldı. Yani resmen kazıklanıyoruz. Tekel özelleştirmeleri, Alaşehir suma fabrikası satışları da öyle olmadı mı? Altı ay geçmeden beş-on kat fiyatlarla el değiştirmedi mi? 

            Özelleştirme ilk defa yapılıyor değil. Daha önce de çok kez yapıldı ama öncelik milli çıkarlar ve varlıklarımızın değerini bulmasıydı. Bugün yapılanlar ise adeta devletin ve milletin göz göre göre kazıklanmasıdır. İlla özelleştirme yapılacaksa, üretimin artırılması, teknolojilerin yenilenmesi, şeker fiyatlarının halkın alım gücünü aşmasına yol açmayacak tedbirlerin alınması, arazilerin korunması, AVM, rezidans ve benzeri yapılaşmalarla rant kapısına dönüştürülmemesi, pancar üreticilerinin haklarının korunması, taleplerinin karşılanması koşullarıyla olmalıdır. Örnek arıyorsanız Torku’ya bakınız. 

            Şeker fabrikaları vatandır satılamaz diyerek tepki gösteren bilinçli yurttaşlarımızı kutluyorum. Şeker-İş sendikasının haklı tepkilerini de destekliyorum. Ancak devletin elinde atıl duracaksa bunun da kimseye faydası olmayacaktır. Öyleyse Pankobirlik, Şeker-İş, ziraat odaları v.b kuruluşların razı olacağı yeni bir model geliştirilmesi gerekir. Şeker fabrikaları vatandır, korunmalıdır, çalıştırılmalıdır, üretmelidir. 

            Kalın sağlıcakla…