Geçtiğimiz hafta Sayın Cumhurbaşkanının himayelerinde Şehircilik Şurası toplandı. Sayın Erdoğan’ın konuşmasında değindiği konuların birçoğuna yürekten katılıyorum. Belli ki işini bilen uzman kişilerin elinden çıkmış. Öyle ki; eleştirdiği konuların tamamına yakınının muhatabı bizzat kendisi ve AKP’li belediyelerdi. Ben de altına imzamı atarım. 

            Satır başlarına şöyle bir bakalım: “Günümüz şehirleri beton”, “Yeşillik arıyorsanız mezarlıkların olduğu yerde bulursunuz”, “Zihinsel yozlaşmanın menfi etkisini en çok çarpık şehirleşmede görüyoruz.” Bu sözlere kimin itirazı olabilir ki? Es kaza bu sözler bir muhalefet liderinin ağzından çıkmış olsaydı, “eyyy” diye başlayan cümlelerle çoktan haddi bildirilirdi. 

            Şuranın devam ettiği günlerde bir twit gözüme çarpmıştı, şehir kültürü olmayanların şehircilikten anlamayacağı mealindeydi. Belki de köşe yazısıydı, tam olarak hatırlamıyorum. O gün için okuyup geçmiştim ama bugün bu konuyu ele alınca ne kadar anlamlı olduğunu yeni anladım. Peki ne demektir şehir kültürü? Şehir kültürü için illa ki şehirde doğmuş büyümüş olmak gerekmiyor, diploma, kariyer, etiket, unvan da gerekmiyor. Aydın, entel, dantel olmak hiç gerekmiyor. Muhafazakar, mütedeyyin ya da laik yaşam tarzını seçmiş olmak da fark etmiyor. Şehir kültürüne sahip olmayı sözcüğün köklerinde aramak gerekir. 

            Latince’de civilisation’un (uygarlık) civilis (kent) kelimesinden türetilmesi gibi bizim kültürümüzde de medeniyet şehir anlamındaki medine sözcüğünden gelmektedir. Eski dilde medineden gelen temeddün, hem şehirlileşme hem de medenileşme anlamında kullanılırdı. 

Türkler’in Anadolu’ya konar, göçer, yörük Türkmen boyları olarak geldikleri bilinir. Doğrudur, ancak eksiktir. Türkler sadece aşiretler, oymaklar, boylar olarak Anadolu’ya gelmemişlerdir. Buhara’dan, Taşkent’ten, Horasan’dan Türk yurdunun her tarafından alimler, mürşitler, bilge kişiler, erenler Anadolu’ya vazifeli olarak gönderilmiştir. Bunlar Anadolu’ya, ilim, sanat, kültür, ticaret, iyi ahlak, hoşgörüyü de taşımışlar bunun yanı sıra kent kültürünü de yerleştirmişlerdir. Bitlis, Erzurum, Sivas, Kayseri, Diyarbakır gibi illerimizin geçmişine baktığımızda Selçuklu medeniyetinin derin kent kültürünün izlerini görürüz. Osmanlı medeniyeti de farklı değildir, Bursa, Edirne gibi payitahtlar, Manisa, Amasya gibi Şehzade sancakları da kent kültürünün izlerini taşır. Aydınoğulları Beyliğinin merkezi Ödemiş’in Birgi kasabası bugün bile hala bozulmamıştır. 

Hoca Ahmet Yesevi’nin ardılları, Horasan Erenleri hem dini hem de ahlaki yönden Anadolu halkını irşad etmiş, İslam’ı yozlaştıran Emevi Müslümanlığından ve hurafelerden uzak tutmuştur. Sayın Erdoğan’ın “Zihinsel yozlaşmanın etkisini en çok çarpık şehirleşmede görüyoruz.” Sözünü bir de bu açıdan değerlendirmek lazımdır. Muhtemelen kast ettiği bu değildir ama ben böyle yorumlamak istiyorum. Zira şehir kültüründen nasibini almamış, zihinleri yozlaşmış, Anadolu halkının inanç değerlerini, Müslümanlık anlayışını terk ederek bedevi Müslümanlığını seçen yoz bir zihniyetin şehircilik anlamında bir katkısı olamaz. 

Toplumu şehir kültürü geliştirir. Belki de bu sebepledir ki; Yüce Allah son elçisi olarak bir şehirliyi seçmiştir. Hz. Muhammed (a.s.) şehirde doğdu; tam bir şehirli (medenî) olarak ilkeli bir hayat yaşadı. Şehirde vahiy alıp peygamber oldu ve nihayet şehirde hayata gözlerini kapadı. Hicretten sonra Müslümanlar Yesrib kentine Medine adını verdiler. 

Sakın bu sözlerimden şehirli olmayanları küçümsediğim anlamı çıkarılmasın. Yukarıda da belirttiğim gibi şehir kültürüne sahip olmak için illa şehirde doğmak gerekmiyor. Nice köylüler vardır ki; şehirliler kadar alim olmasalar da onlardan daha arif oldukları muhakkaktır. Mesele doğduğun yer, köylülük şehirlilik meselesi değil, kültür meselesidir. Unutmayın ki; Köy Enstitülerinde sadece köy hayatında gerekli temel ihtiyaçlara yönelik iş bilgisi değil şehir kültürü de öğretilmekteydi. İslamköylü Süleyman Demirel de bu ülkenin yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden biriydi. Köyün, köylünün dert ve ıstırabını bildiği kadar, şehir kültürünü ve evrensel kültürü bu ülkede en iyi bilenlerdendi. 

Mesele dindarlık, laiklik meselesi de değildir. Bunu en iyi anlatanlardan biri de İslamcı yazar Mehmet Şevket Eygidir. Giyim kuşamdan, adabı muaşerete, iyi ahlak ve kültüre kadar Müslümanlığın nasıl bedevileştirildiğini anlatan, en çok eleştiren odur. Bizim çocukluğumuzda dedelerimiz, büyüklerimiz Cuma günleri temiz çamaşırlar, en yeni takım elbiselerini, giyerler, kokular sürerler Cuma namazına öyle giderlerdi. Camilerimiz mis gibi kokardı. Köklü köylerimizde yaşlılar hala öyledirler, o gün tarlaya gitmezler, en temiz elbiselerini giyerler namaza öyle giderler. Şimdi büyük kentlerimizin en merkezi camilerinde bile bunu göremezsiniz. Çok yerde kesif bir çorap kokusu kaplar ortalığı, nemli, nemli çıplak ayakla girenler de cabası. Çağdaş geçinenler çok mu farklıdır? Opera, tiyatro, senfonik konserlere eskiden koyu renk takım elbiseyle gidilirdi, hatta smokin giyenler bile olurdu. Hanımlar da çoğunlukla tuvalet veya abiye elbiseler giyerlerdi. Şimdi bakıyoruz, yırtık kot pantolon, kazakla geliniyor. Telefonlar camide de konser salonlarında da zırt, pırt çalıyor. İnsanlar ne cami adabına ne de salon adabına uymuyorlar. 

İşte şehir kültürü diye anlatmak istediğim bunlardır. Buldukları her boş yere devasa camiler kondurmak ta yeni trend, estetikten sanattan eser yok. Dönün bir ecdadın yaptığı camilere bakın, Bitlis’te, Diyarbakır’da, Bursa’da, İstanbul’da, Manisa’da hepsi birer sanat eseri. O güzelim yeşil Bursa mahvolmuş, o şaheser ecdat yadigarı Osmanlı yapıları arasında yükselen beton yığınları hemen sırıtıveriyor. Osmanlı’ya geçmişimize sahip çıkmak güzel şeydir ama keşke ecdadın, kültürüne, sanat anlayışına, ilmine de sahip çıkabilseydiniz. 

Bu kadar yoğun gündem içinde bana bunları düşündüren, yazdıran şey Sayın Mustafa Tuna’nın yeni Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesidir. Ben de dahil çoğu kimse önyargıyla yaklaştı ona, hatta 28 Şubattaki malum Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldızla karıştıranlar bile oldu. Sonradan öğrendim ki Tuna inşaatın veliahtlarındanmış. İyi bilirim o firmayı, Ankara’nın eski ve köklü firmalarındandır. Bugünküler gibi rant peşinde koşan, devasa gökdelenlerle, çirkin AVM’lerle kent estetiğini bozanlardan, kenti betonlaştıranlardan değildir. Kent dokusunu bozmadan seçkin projelere imza atan bir firma olarak biliyorum. Aile köklü geçmişi olan, sonradan olma değil, tam da Şevket Eygi’nin muhafazakar tanımına uyan mütedeyyin bir aile. Yani yeni yetme, takiyecilerden değil. Mustafa Tuna şehirli değil Sivas Şarkışlalı, Aşık Veysel’in hemşerisi, köklü, görgü, görenek sahibi, şehir kültürüne sahip, İTÜ’lü mühendis, ABD eğitimli kariyer sahibi bir doçent. Melih Gökçek’ten sonra Ankara’nın şansı. 

Ankara için hayırlı olsun, darası diğer kentlere. Kalın sağlıcakla…