Yaklaşık bir aya yakın bir süredir sizlerle 24 Haziran seçimleri üzerine görüşlerimi paylaşıyorum. Herhalde oyumun renginin ne olduğunu az çok tahmin edebiliyorsunuzdur. En azından kimlere ve hangi partilere oy vermeyeceğim ayan beyan ortadadır. Kısacası oyum Millet İttifakınadır… 

Diyeceksiniz ki; çok politik bir cevap olmuş. Doğrudur, ne yapalım ki bu benim kusurum değil. Her şeyden önce oy pusulasında kırat logosu yok. İkincisi merkez sağ siyaset çizgisinde politika yürüteceğini ifade eden ve AKP’nin en büyük alternatifi olması beklenen İYİ Parti listelerine etki eden muhterem zevat bu şansı değerlendiremediler. Merkez sağın geleneksel kalelerinde merkez sağdan, DP-DYP-ANAP geleneğinden olan isimlere beklenen kadar yer vermediler. Manisa da bunlara dahil. O yüzden genelleme yapıp benden tüyo bekleyen dostlarımı yanıltmak istemem. 

İzmir, Bursa, Isparta, Antalya, Afyon, Aydın, Bitlis, Diyarbakır, Şırnak, Muş, Karabük, Ordu gibi bazı illerin seçmeni olsaydım tartışmasız oyum İYİ Partiye derdim. Ankara-2 de desteğim kadim dostum Kenan Nuhut’a, İstanbul-1 de Sayın İlhan Kesici’ye olurdu. Hatay’da da öyle. Konya’da da Meclise yeni bir soluk getireceğine inandığım Sayın Abdullatif Şener’in desteklenmesi gerektiğini düşünürdüm. 

Doğrusu Millet İttifakı benim de yıllardır bu köşede yazdığım temel ilkeler etrafında anlaşmış, programlarında kısmi farklılıklar gösterseler de ana meselelerde tam mutabakatın olduğu bir birlikteliktir. Aslında liderleri, cumhurbaşkanı adayları farklı da olsa tam bir uyum içindeler ve birbirlerinden neredeyse farkları yok. Birinin ak dediğine öbürü kara demiyor, biri af derken, öteki gündemimizde yok demiyor. Ben bu satırları yazarken Millet İttifakını oluşturan 4 partinin temsilcileri, seçim sonrasında OHAL’in kaldırılması ve darbe yasalarından arındırılmış, yenilenmiş bir parlamenter sisteme geçiş süreci başta olmak üzere temel konularda sağlanan mutabakata ilişkin “Tutum Belgesi”ni açıklayacaklar. Oysa Cumhur İttifakında böyle bir uzlaşma yok. Zira o tarafta her şey milli şefin iki dudağı arasında, tıpkı her fırsatta eleştirdikleri 50 öncesi dönem gibi. 

Şimdi ben bunları yazdım ya! Savunulacak tarafları kalmamış, tek parti dönemi CHP’sinin icraatlarını karalamaktan başka argümanları kalmamış kimilerinin gene saldırılarına uğrayacağım. Gene başlayacaklar Menderes’i boğazlayanlarla ortak oldunuz diye eleştirmeye. Yahu insan Allah’tan korkar biz Ergenekon, balyoz mahkemeleri tıpkı Yassıada mahkemeleri gibidir dediğimizde, siz onları savunuyordunuz, hakimiyiz, savcısıyız diyordunuz. Ne oldu sonradan bütün onların suçunu FETÖ’ye attınız, kurtuldunuz mu sanki. Ortak değil miydiniz? 

92 yaşımdaki annem, tek parti dönemini de, Yassıada zulmünü de bizzat yaşamış, mağduru olmuş kişi. Evet diyor, tek parti döneminin sıkıntısını çektik. Varlıklı olduğumuz halde bizim evde idare lambası yanıyor, CHP’nin mutemetleri ve ilçemizin bürokratlarının evlerinde lüks lambası yanıyordu ama bugün çok mu farklı diyor. Hatta daha da aşırı, millet ay sonunu getirebilmek için bin bir atraksiyon yaparken, iktidar mensupları saraylarda yaşıyor, har vurup harman savuruyor, boşa harcanan paranın haddi hesabı yok. O, Demirci’den lise tahsili için çıkan ilk kız öğrenci. Hiç 75 kişilik sınıf görmedim diyor. O da İnce’yi beğeniyor, onda Demirel’in kucaklayıcı, yumuşak üslubunu, onun gibi mütevazılığını görüyorum diyor. 

Türkiye bir enerji sıkışması yaşıyor, sürekli kavga, gerilim, öfke fırtınasını bu ülke daha fazla kaldıramaz. Kimsenin, bu milletin evlatlarını köyde, mahallede, okulda, iş yerinde hatta camide komşularına, dostlarına, iş ve okul arkadaşlarına, en yakınlarına düşman gözüyle baktırmaya hakkı yoktur. İnce de Akşener de “biz Erdoğan’ı siyasi rakip olarak görüyoruz düşman değil” diyorlar. Oysa diğer taraf sürekli saldırıda, kin, nefret, öfke kusuyor. Adeta halkı birbirine düşman etmeye çalışıyor. Oysa bugün en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey huzur, barış, hoşgörü ve demokrasi. İnsanlar güven duymak istiyor, yazdığı yazı, attığı twit, paylaştığı bir fotoğraf yüzünden başım derde girer mi diye endişelenmek istemiyor. Telefonlarının dinlenmediğinden emin olmak istiyor. 

Rahmetli Demirel sabahın erken saatinde kapıyı çalanın sütçü olduğundan eminsen o memlekette demokrasi ve adalet var demektir derdi. Oysa bugün hiç kimse bundan emin değil sabahın kör karanlığında alınıp götürülenleri görmedi mi bu millet. 

Merhum Demirel’den söz açmışken, ömrünün son yıllarında Güniz sokakta kendisini ziyarete gelenlere söylediği sözleri sizlere aktarmak isterim. Bu anekdotu İyi Parti Genel Sekreteri kadim dostum Aytun Çiray da bir söyleşide anlatmıştı, bir de benden dinleyin. 

Demirel, çalışma odasında pencereyi işaret ederek bu pencereden sokak 15 metredir der ve devam ederdi: “ben 50 yıldır siyasetin içindeyim, muhtıraları, darbeleri, sürgünleri yaşadım. Başbakanlık, muhalefet liderliği, Cumhurbaşkanlığı yaptım. Sevenim çoktu, millet bana baba sıfatını layık gördü. Ancak sevmeyenlerim de vardı, istemeden, bilmeden canını yaktığım, belki haksızlık ettiğim kimseler de olmuştur ama kimse bu kapıya dayanmadı. 15 metrelik mesafeden kimse bu cama bir yumurta bile atmadı. Kulübede oturan gündüzleri birkaç kişi, geceleri de sadece tek kişi dışında korumalarım olmadı. Anadolu’nun her yanına gittim, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, Güneydoğunun kuş uçmaz, kervan geçmez ıssız dağ yollarından, Zap suyunun kenarında daracık yollarından geçtim, yerel otoritelerin aldığı önlem dışında hiçbir dönem olağanüstü bir korumam olmadı. Bugün de gittiğim her yere doktorum ve birkaç korumam dışında yanıma kimse almıyorum” 

Bugün bizi yönetenler yüzlerce araçlık konvoylarla geziyorlar, ikametlerinin bulunduğu mekanlara değil 15 metre, yüzlerce metre uzağından güvenlik önlemleri, bariyerler başlıyor. Bırakın en üst yöneticileri, bakanlar, komutanlar, üst düzey bürokratlar bile konvoylarla, sivil plakalı çakarlı araçlarla geziyorlar. Sabah işine yetişmek zorunda olan memurlar, çalışanlar, yolların kesilmesiyle dakikalarca beklemek zorunda kalıyorlar. 

Bunun tek sebebi işte enerji sıkışması dediğim gerilimdir. Türkiye’nin bu gerilimden kurtulması, enerjiyi boşaltması için değişim şarttır. Türkiye’nin normalleşmesi, yumuşaması, sevginin, barışın, hoşgörünün, adalet ve demokrasinin yeniden hakim olması ekonomiye ve yatırımlara da fayda sağlayacaktır. Millet olarak bunu başarmak zorundayız. Bana göre çözüm Millet İttifakındadır. İttifak içinde kime oy verirseniz verin oyunuz zayi olmayacaktır, bir diğerinin eksiğini tamamlayacaktır. Kalın sağlıcakla…