Yazılarım sadece gazetemizin yüzünden değil, internet aracılığıyla binlerce kişi tarafından da okunuyor. Fikirlerime katılanlar kendi guruplarına ve bloglarına da taşıyorlar, hatta ülkemizin ücra bir köşesinde hiç ummadığınız bir internet sitesinde de yayınlanabiliyor. Ayrıca medya takip ajansları aracılığıyla isimleri geçen kişilere de anında servis ediliyor. Bu yolla yazılarıma erişen en sadık okuyuculardan biri de CHP İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Kesici. Her defasında nezaketi ve zarafetiyle aramayı ihmal etmiyor.
Okuyucularım sıklıkla e posta üzerinden iletişime geçerek takdir duygularıyla eleştirilerini de dile getiriyorlar. Elbette beğenenler olduğu gibi kısmen de olsa görüşlerime katılmayanlar da çıkıyor. Bu e postalardan anlıyorum ki, yazılarım her görüşten, her yaştan geniş bir yelpazede ve entelektüel bir çevrede okunuyor. Yurt dışından da oldukça kalabalık bir okuyucusu var ve zaman zaman kendi medyalarına da aktarılıyor.
Bu okuyuculardan biri de henüz 24 yaşında gencecik bir gurbetçi kızı. Hande Ortay 1993 yılında Almanya'nın Stutgart kenti yakınlarında Heilbronn kasabasında dünyaya gelmiş. Karadenizin hırçın dalgaları gibi savrulup ansızın Almanya'ya göç eden bir işçi ailesinin kızı. Ailesinin hırsla ve cesaretle yaşama sarılışını, ayakta kalma mücadelesini gözlemleyerek büyümüş. Dışsal çevrede, ırkçı ve nefret duygularının körüklendiği bir baskı altında, sevgi, hoşgörü ve barış duygularının yok olduğu bir ortamda yaşadığı kültür şokunu atlatmayı başarmış. Küçücük yaşta bu yaşadıkları onun hayata, dünyaya daha sıkı sarılmasına yol açmış, sevginin, hoşgörünün, barışın evrensel dilini kullanmayı seçmiş.
Yıllar önce Köln'de bir mağazada 12 Eylül darbesi mağduru Cem Karaca ile karşılaşmış, Köln Katedraline kadar birlikte yürümüş uzunca bir süre sohbet etme imkanı bulmuştuk. Karaca kaçaktı, vatandaşlıktan çıkarılmış Almanya'da bir haymatlos(vatansız) idi ama hep vatan hasreti ve Türkiye özlemini dile getiriyordu. Anlattıkları dün gibi hatırımdadır ve benimde ufkumu açmıştır. Türkiye'de birbirlerinden nefret eden ve düşmanlık besleyenlerin orada kardeş olduklarını söylemiş, darbeden kaçıp Almanya'ya sığınan ülkücüsü, devrimcisi her fraksiyondan kimselerin orada dost ve birlik olduklarına dem vurmuştu. Bir de oradan oraya savrulan güçsüz ve de muhakeme yeteneği olmayan kesim vardı. Karaca'nın ifadesine göre bu kesim kim bir değnek uzatırsa peşinden giden sürü psikolojisine sahip kesimdi. Şiddet yanlısı aşırı uçlar, bölücüler, sözde hilafet yanlıları, tarikatlar, cemaatler, dinci guruplar için bunlar iyi bir pazardı. Bu garipler de güçsüzlüklerini peşlerine takıldıkları örgütlerin imkanları ile telafi edebileceklerine inanmışlardı.
Neyse ki bugün artık Almanya'da ve Avrupa'da Türkler eskisi gibi, sadece çalışan, güçsüz kesimden ibaret değil. Toplumda, iş aleminde, büyük şirketlerin yönetimlerinde, teknoloji üreten işletmelerin ar-ge bölümlerinde, avukat, doktor, mühendis gibi serbest mesleklerde, siyasette hatta devlet kurumlarında söz sahibi ve önemli konumdalar. Bunlar o eski, güçsüz, korumasız, lümpen kesime de kol kanat geriyorlar ve onların hain tuzaklara düşmemesi için yardımcı oluyorlar. Kısacası sürü psikolojisini istismar artık geçerli akça değil.
Hande Ortay, zor şartlarda ve baskılar altında yetişmesine rağmen, hiçbir tuzağa düşmeden kendisini geliştirmiş, özgür bir birey olarak kendini kabul ettirmiş. 18 yaşından sonra Anavatanına dönerek yükseköğrenimine burada devam ediyor. Benden "Oysa Bir Umuttu" adlı kitabı hakkında yazı yazmamı rica etti. Oysa ben hiç kitap eleştirisi yazmamıştım. Sadece lise çağlarımda okul gazetesinde "İrlandalı Kız-Ryan's Daughter" adlı filmin eleştirisini yazmıştım. Onu yazmamdaki en büyük etken ise o yılarda çok sevdiğim Beatles'in üyesi Paul Mc Cartney'in "Give Ireland back to Irish" adlı eseri ve filmin ilk kez kuadrofonik seslendirilişi ile 70 mm'lik ilk film oluşuydu. Ancak bu gurbetçi kızımızın heyecanı ve ısrarını kıramadım.
"Oysa bir Umuttu" Hande Ortay'ın çocukluk yıllarında yaşadığı yalın bir sevdanın, ruhunda kopardığı fırtınaların yansıması adeta. Nilüfer'in Çınar'a olan karşılıksız aşkını anlatıyor ama her satırında Hande'yi görüyorsunuz. Bu bir öykü kitabı değil ama derin bir aşk öyküsünün, izlerini taşıyor. Şiir değil, şiirler dizisi de değil, ama yalın bir dille yazılmış, bir sevda öyküsünü anlatan nesir şiir adeta. Derlemeler var, göndermeler var Hande'nin yaşam öyküsünden paradigmalar var. Koşulsuz sevmek, sevdiğini haykırmak ama karşılık beklememek, bastırılmış çocuksu duyguları dışa vurmak hem de çekinmeden, gurur yapmadan. Bu eserde hepsi var, farklı bir tarz, okumadan anlamak çok zor. Benim asıl şaşkınlığım bu kısacık ömrüne bu kadar derin ve köklü sevdayı nasıl sığdırdığıdır. Bu kitap onun ilk denemesi ama birçok şeyi aşmış, özgürce yazıyor. Onu gurbetçi edebiyatı ya da daha avam tarzıyla Almancı edebiyatı sınıfına sokamazsınız. O çok farklı bir tarz, farklı bir yorum getirmiş. Başarılar dilerim.
Kalın sağlıcakla