İş başvurusunda bulunan gençler iyi bilirler. Eleman arayanlar ilanlarında “ekip çalışmasına ayak uydurabilecek, takım ruhuyla çalışacak, takımını iyi motive edebilecek, liderlik vasıfları taşıyan” diye başlarlar, sonra diğer nitelikleri sıralarlar. 40 yıllık profesyonel hayatımda hep bu ruh ile çalıştım. Yönetici olduğum dönemlerde çalışma arkadaşlarımı seçerken de öncelikle hep bu nitelikleri aradım. Bana göre başarının sırrı da buradadır. İş hayatında, sporda, siyasette, Sendikalar, STK ve meslek örgütlerinde de başarı, takım ruhuna ve ekip çalışmasına sahip olmakla elde edilir.

                Memlekette bu kadar mesele varken, yazacak onca konu varken, takım ruhu da nereden gündeme oturdu dediğinizi duyar gibi oluyorum.

                Geçtiğimiz hafta sonu Galatasaray en yakın rakibi Başakşehir futbol takımını 2-1 yenerek 22. Kez Türkiye ligi şampiyonu olmayı başardı. Bu şampiyonluk Galatasaray’ın ezeli rakiplerinin birçok taraftarlarınca da memnuniyetle karşılandı ve tebrik edildi. Bu elbette güzel bir şeydir ve gurur vericidir.

                Galatasaray takımdır…

Yüz yılı aşmış mazisiyle, tıpkı ezeli rakipleri ve ebedi dostları olan Beşiktaş, Fenerbahçe, Ankaragücü(İmalat-ı Harbiye S.K), Altay, KSK, gibi takımdır. Bu kulüpler, tarihi, kültürü, yerleşmiş gelenekleri, kurumsal yapıları, müzelerindeki yüzlerce kupaları ve duvarlarında resimleri asılı Metin Oktay, Turgay Şeren, Can Bartu, Lefter Küçükandoyadis, Hakkı Yeten, Şükrü Gülesin gibi tarihi kişilikleri vardır. Sonraki yıllarda kurulan kulüpler de takım olmayı başarmışlardır. Göztepe, Altınordu, Sarıyer, İstanbulspor, Hacettepe, şehir kulüpleri Trabzonspor, Bursaspor, Adananın her iki kulübü, Denizlispor, Kocaelispor, Sakaryaspor, Antalyaspor, Gaziantepspor ve daha birçokları da takım olabilmişlerdir. Trabzonspor başarılarıyla üç büyükleri, dört büyüklere çevirebilmiş, Bursaspor şampiyonluğu göğüsleyen ikinci şehir takımı olmuştur. Kupayı kazananlar ise daha çoktur. Ne yazık ki; bu takımların birçoğu alt liglere düşmüşler ve can çekişmektedirler. Sebebi ise belediyelerin, özellikle de büyükşehirlerin o şehrin köklü tarihi takımları olmasına rağmen geçinemedikleri kulüp yönetimlerinin karşısına vatandaşın ödediği vergilerle alternatif kulüp kurmalarıdır. Gaziantepspor, Manisaspor ve daha birçokları bu yüzden mali zorluklara düşmüşlerdir.

                Peki bu saydığımız özelliklerden hareketle önce İBB ardından Başakşehir adını alan kulübümüz takım olmayı becerebildiğini söyleyebilir miyiz? Bana göre hayır! Başakşehir, bir Sarıyer, Karagümrük, Kasımpaşa, Vefa, Feriköy kadar bile takım olamamıştır.

                Her isteyen şartları yerine getirdiği zaman Dernekler Kanununa uygun olarak bir spor kulübü kurabilir. Arkasına maddi gücü alır, para harcar, transferler yapar, kademeleri geçer, süper lige kadar yükselebilir. Korunurlar, kollanırlar, desteklenirler ama takım olamamışlarsa şampiyon olmaya da hakları olmaz.

                Başakşehir neden takım olamıyor? Olamaz, çünkü geçmişi, tarihi yok. Yerleşmiş takım kültürü, takım ruhu, gönüllüleri, spor camiasında bilinen, tanınan yöneticileri, övünebilecekleri tarihi kişilikleri ve tabi hepsinden önemlisi taraftarları yok. Taraftarın yoksa zaten takım olamazsın. Melih Gökçek destekli Osman Gökçek’in Osmanlıspor’u da öyle değil mi? Ülkenin en köklü takımlarından biri olan Ankaragücü’nü iflasın eşiğine getiren de aynı zihniyet değil midir?

                Belediyeler kendiişlerine baksınlar, beldelerine hizmet etsinler. Vatandaşın parasını çar, çur etmesinler. Arkalarına devlet gücünü alarak spor camiasını da kaosa sürüklemesinler.

                Takım oyunu her zaman galip gelir dedik. Siyasette de ticarette de diğer alanlarda da. Rahmetli Menderes de, Demirel de, Özal da takım lideriydiler. Ekiplerini iyi seçerler, yarı yolda bırakmazlardı. Takım arkadaşlarını yolda bırakanlar zirveye çıksalar da oradan indiklerinde bir de bakarlar ki yanlarında kimse kalmamış.

                Önümüzde yenilenecek İstanbul Büyükşehir seçimleri var, adeta iki turlu seçim gibi oldu. İlk tur bize bir fikir veriyor. Sayın Binali Yıldırım, etiketindeki onca parlak unvanları, arkasındaki devlet gücü, sınırsız mali imkanlar ve hepsinden önemlisi Sayın cumhurbaşkanının desteğine rağmen takım lideri gibi olamadı. Aksine liderin kadrosunda sıradan bir oyuncu gibi kaldı. Tıpkı Başakşehir’deki başka takımların gözden çıkardığı şöhretler ve lejyonerlerden oluşan kadronun öne çıkan bir topçusu gibi.

                Oysa İmamoğlu tam bir takım lideri gibi çalıştı. Ekibini yönetti, çok farklı görüşlerden, ideolojilerden destekçilerini aynı potada eritmesini bildi. Nabzı iyi tuttu, mütevazı kişiliğiyle gönülleri fethetti. Tıpkı 14 yabancı futbolcuyu kadrosunda bulunduran Galatasaray’ın takım lideri Fatih Terim’in onları lejyoner gibi değil, 40 yıllık Galatasaraylı oyuncular olarak görüp takım ruhunu aşıladığı gibi İmamoğlu da her görüşten her renkten vatandaşları hamur gibi yoğurarak kendine bağlamasını başardı. Öyle ki onun bu liderlik vasıfları karşısında Kılıçdaroğlu bile geri çekilerek meydanı ona bıraktı. Oysa Yıldırım hep Erdoğan’ın gölgesinde kaldı.

                Takım oyununu iyi oynayan kazanacak, İBBB kupasını kaldıracaktır.

İmamoğlu’nun takımı gönüllülerden oluşuyor taraftar gibi çalışıyorlar, sosyal medyayı sallıyorlar. Yandaş TV’lere çıkamasalar da videoları milyonlara ulaşıyor. Oysa Yıldırım’ın takımı trollerden, bankamatik görevlilerden, reklamcılardan oluşuyor yani takım ruhu yok. Sahte Photoshoplarla gülünç duruma düşüyorlar, belden aşağı vuruyorlar ama rağbet görmüyorlar. Telefonlarla İmamoğlu’nun TV programlarını yarıda kestiriyorlar ama tüm bunlar Ekrem İmamoğlu’nun hanesine artı olarak dönüyor.

İyi oynayan kazansın demek adettendir, ama her zaman iyi oynayan kazanamıyor. Bazen hakemler sonuca doğrudan etki edebiliyorlar. Umarım MHK, pardon YSK bu kez adil yönetir maçı. Adalet kazansın, demokrasi kazansın, iyi olan kazansın. Her şey çok güzel olsun.

Kalın sağlıcakla…