Dedim ki sonra kendime:
"Ya yaşamak için bugün son günümse?"
Söyleyecek söz bitmemiş, en güzel hikaye daha yazılmamış; gidilir miydi böyle erken!
Yarım kalan işler, gidilmemiş şehirler, görülmemiş denizler ve dahası henüz tanımaya fırsat olmamış yüzler; böyle eksik kalınır mıydı hiç!
Çocuklar büyüyecek, her gün akşam olacaktı o aynı şehirde ve her şey gibi unutulacaktı dünler ve bugünler…
Bu günlerde her şey daha çabuk daha kolay kirleniyor sanki. Verilmiş hiçbir sözün ağırlığı kendisi kadar değil.
Dedim ki sonra yine kendime: "En hızlı sözleri tüketiyorsak; bu son günümde yazı benimle kalmalı öyleyse… Belki bir gün okunur diye!"
Mürekkep kokulu kağıtların değeri mor binliklerle yer değiştirdiğinde, yazıyla alay edilip emek buruşturulup çöpe atıldığında anlamıştım ya gerçi yazının ağırlığının da bir hiç etiğini; hadi bir heves sarılıyorum yine yazının aşkına…
Yazıya oturmanın yeri, zamanı yokken henüz; kapanan sayfaların mührünü kaldırıp sandıklara yeni bir sayfa açıyorum çar çabucak o halde kendime, sanki sonsuzmuşum gibi.
Dünya varmış! Nicedir oturmamıştım kendi akışına kapılıp nereye gideceğine kendi şeklini veren bir yazıya.
Gaflet uykusundan uyanmak lazım… Yazının yazarına küsmediği hikayelerde kalem olmak lazım…
Yüreğe son demini veren sözlere kulak vermek lazım…
Bir de ikramda kusur etmeyen ahbaplar lazım bu yolculukta…
Yol arkadaşını iyi seçmek lazım her şeyden çok; ama yine de en uzak yollarda yalnız başına olduğuna zavallı aklını ikna etmen lazım.
Şimdi yerli yerinde her şey. Şimdi bir o kadar anlamı var sözlerin. Şimdi bir mahkumun son sözlerini fısıldayışı gibi nihayet baş başayım yazıyla…
O halde merhaba