Eskiden doktorlar hastalarına perhiz verirken, yağlı yeme, tuzlu yeme kızartmalardan uzak dur falan derlerdi. Bilirlerdi ki o dönemde zaten sağlıksız ürün bulunmazdı. Hormon bilinmez, gübre ve ilaç az miktarda kullanılır, yerli ürünler ise neredeyse tümüyle natürel olurdu. Tarımda, gıda üretiminde teknoloji ilerlerken, hormonu da öğrendik, GDO’yu da öğrendik daha nice sağlığa zararlı yapay şeyleri, kimyasal koruyucuları öğrendik. 

            Şimdi öyle mi ya? Televizyonlarda her kanalda farklı, farklı uzmanlar neyi yiyip, neyi yemeyeceğimize karışır hale geldiler. Kiminin ye dediğine öteki sakın yeme diyor, şaşırdık kaldık doğrusu. Tereyağı aklandı, yumurta aklandı daha başka sağlıksız bildiğimiz çok şeyin aslında hiç de zararlı olmadığı ortaya çıktı. Şimdilerde şeker baş düşman ilan edildi, haksız da sayılmazlar. Zira kanser hücrelerinin beslenmesinin baş müsebbibinin şeker olduğu konusunda görüş ayrılığı yok. Hele doğal pancar şekeri dışındaki NBŞ dediğimiz glikoz şurubunun, yapay tatlandırıcıların daha da sağlıksız olduğu söyleniyor. Eh bunu da başta Sayın Bahçeli olmak üzere Şeker Kanununa imza koyanlar, oy verenler ve bugün de şeker fabrikalarını satarak milleti NBŞ’ye mahkum etmeyi planlayanlar düşünsün. 

            Canan Karatay hocaya bakarsanız temelli aç kalacağız ama söylediği çok şeyde de haklılık payı yok değil. Aslında o da ekmek yemeyin, şeker yemeyin derken Türk halkının beslenme alışkanlığını bildiği için bu kadar katı davranıyor. Yoksa bilse ki bir dilim esmer ekmekle sofradan kalkmasını öğreneceğiz, belki de bu kadar katı olmazdı. Lahmacun yiyin diyor, onun da tabanı ekmek değil mi zaten? 

Canımız çekti geçen gün ünlü bir kebapçıda birer lahmacun söyledik, garsona da Canan hoca izin verdi diyerek de espri yaptık. Adamcağız gülerek “yahu ben anlamıyorum, harcının %70 i dana eti %30 u da kuyruk yağı, nasıl tavsiye ediyor” demesin mi? Sonra basit bir hesap yaptık. Lahmacuna 70-80 gram kadar harç konuyorsa, bunun da yarısı kadarı, soğan, baharat, maydanoz falan olsa takriben net 40 gram kadar et olur. Bunda da %30 kuyruk olduğuna göre bir porsiyona düşen kuyruk yağı 12 gram kadar olur, çoğu da eriyip buhar oluyor, bunun da hiçbir zararı olmaz dedik. Tabi tek lahmacunla kalmasını biliyorsan, yoksa 4-5 tane birden götürürsen elbette dokunur. Eskiler ne derdi? Ne yersen ye kararı kadar ye! 

Biz çocukluğumuzda çok doğal beslendik. Tereyağımız, peynirimiz, balımız, zeytinimiz, yumurtamız babamın Yunt Dağı köylerinden müvekkillerinden gelirdi. Çoğu zaman da Ali Şener’in Manolya çarşısı arkasındaki mandırasından halis doğal ürünler alınırdı. Etler rahmetli Mahmut Gerdan’ın suni yem, küspe yememiş doğal besi hayvanlarından olurdu. Sebzemiz meyvemiz, ya Perşembe pazarından ya da haldeki manav Tahir ya da diğer manav esnafından alınırdı. Sütçü kapımıza gelir, halis sütümüzü alırdık, yoğurt da ondan yapılırdı. Veya kabımızı götürür mahalle bakkalımızın dağarından arzu ettiğimiz kadar yoğurdu tarttırır alırdık. Üç günde ekşirdi, ekşiyince de ayran yapılırdı. Nedeni içine hiç koruyucu katılmazdı da ondan. Okula giderken öyle caf caflı ambalajlı atıştırmalıklar, çikolatalar, kekler değil cebimize kuru üzüm ya da bahçemizin can eriğini koyup giderdik. Lüksümüz ise okul önünde pandis, şammali yemek ya da iki bisküvi arasında güllü lokum sıkıştırmaktı. Yani hep doğal beslenirdik. Lokumlar, bisküviler, şammaliler bile hep katkısız doğal malzemeyle üretilirdi. 

Şimdi öyle mi ya! Aldığımız her ürün zehir taşıyor. Ambalajlı ürünlerin raf ömrünü uzatmak için adını bile telaffuz etmekte zorlandığımız onlarca kimyasalları basıyorlar içine. Taze sebze, meyvede bile hormonlar, pestisitler almış başını gidiyor. Resmen zehir yiyoruz. 

Avrupa kentlerinin hemen hepsinde en merkezi yerde daimi doğal pazar yerleri olur, bizim eski perakende halleri gibi. En ünlülerinden biri ise Barcelona’daki La Boqueria. Sıra sıra elmaları dizmişler renk, renk, hepsi tornadan çıkmış gibi aynı boyutta, albenili. Fiyatları üç aşağı beş yukarı aynı ama bir de şekilsiz, yamru, yumru, farklı büyüklüklerde yüzüne bile bakmayacağınız elmalar vardı, fiyatı da üç misli. Nedenini sorduk, natürel olduğunu söylediler. Garantisini sorunca da birini eline alıp delikleri gösterdiler, resmen kurtlu elma. Kurtlu ama en azından zehirli değil, hormon yok, pestisit yok, suni gübre yok tadı da çocukluğumuzdaki gibi. Korkmayın, kurtlu elma yiyin, bıçakla oyun delikleri, temizleyin yiyin. 

Avrupa Birliğine uyacağız diye, açık mandıra ürünü satışını yasakladılar. Köylünün ürettiği yüzde, yüz doğal halis peynirler, tereyağları artık eskisi kadar rahatça pazarda satılamıyor. Vurun abalıya… 

Oysa endüstriyel ürünlerde türlü çeşitli hile var aldıran yok. Son zamanlarda Tarım Bakanlığı denetimleri sıklaştırdı, gıda kodeksine uymayan, hileli ve tağşişli ürünleri yakalayıp afişe ediyorlar. Fakıbaba’nın bakanlığa gelişinden bu yana denetimlerde gözle görülür bir artış var. Geçtiğimiz yıl 1 milyonun üstünde işletme, fabrika, imalathane, restoran v.b denetlenmiş yüzlercesi afişe edilmiş. Meğerse neler yiyormuşuz neler. Daha üç gün önce Alaşehir’de hem de tanınmış markalara üretim yapan tesis basılmış, stoktaki günü geçmiş ve küflü kaşarlar yeniden eritilip, işlenip piyasaya sürülürken yakalanmış ve mühürlenmiş.   

Ben şahsen endüstriyel ürünlerden imkanlar nispetinde kaçıyorum, ambalajlı ürünleri mecbur kalmadıkça almıyorum. Zeytinyağım Muğla’dan, Akhisar’dan, Ayvalık’tan güvendiğim üreticiden geliyor. Mandıra ürünlerini endüstriyel firmalardan değil yerel mandıraların ürünlerinden veya kooperatif ürünlerinden seçiyorum. Haftada iki gün Foça yoğurdu geliyor onu alıyorum. Demirci’den, Kula’dan gelen olursa ekmeğimi onlara sipariş ediyorum. Olmazsa semt pazarlarından köy ekmeği buluyorum ya da en azından butik fırınlardan ekşi maya tam buğday, çavdar ve benzeri katkısız ekmek tüketiyorum. Hafta sonları hava güzel oldukça Ayaş, Beypazarı, Kızılcahamam gibi Ankara kırsalına çıktığımızda, doğal ürünler almaya çalışıyorum. 

Sözün özü eskilerin dediği gibi ne yerseniz yiyin ama kararında ve sağlıklı olanları tüketin. Zehirden uzak durun, yemeklerinizde tuzu, tatlılarınızda, reçellerinizde şekeri yarıya indirin. Hele glikoz şurubunu hiç sokmayın eve, çarşıdan tatlı alıyorsanız ucuzuna kaçmayın az alın az yiyin aynı parayı ödersiniz. Ucuzsa bilin ki şerbetinde glikoz şurubu vardır, yağı da margarindir, kendinize kötülük yapmayın. 

Son bir söz de hekimlerimize. Bugün tıp bayramı, tüm hekim dostlarımıza ve sağlık çalışanlarımıza kutlu olsun. Ne olur artık milyonları cukkalayıp, televizyonlarda fukara millete şükür telkin eden din bezirganları gibi siz de sağlık bezirganlığı yapmayın. Elbette farklı bakış açıları olacaktır, bunları kongrelerinizde tartışın ama ne olur televizyonlara çıkıp da vatandaşın kafasını karıştırmayın. Hele hele ilaç ve gıda endüstrilerinin sözcülüğünü hiç yapmayın. Tıp bayramınız kutlu olsun hepinize sağlıklar diliyorum.