Türk milleti Kurtuluş Savaşında kimsenin hayal bile edemeyeceği büyük bir zafer kazanarak, yedi düveli dize getirmiştir. Elbette ki bu zafer sadece askeri bir zafer değildir. Ne Mustafa Kemal’in önderliğindeki milli ordu, ne kağnılarla mermi taşıyan fedakar köylü kadınlarımız, ne Ege dağlarındaki efeler, milisler, ne de topyekun Ankara’nın arkasında duran halkımız tek başına bu zaferin sahibidir. Bu zaferin arkasında en az onlar kadar etkili olan üstün siyaset ve diplomasi zekası ve dehası da vardır. 

Osmanlı Meclisi Mebusanı’nın Misakı Milli kararını alması, 23 Nisanda Meclisin ve Ankara Hükümetinin kurulması, Sevr’i tanımaması, başıboş milislerin milli ordunun emrine girmesi, isyanların bastırılması ve milli bütünlüğün sağlanması hepsi siyaset zekasının ürünüdür. Dahası, müttefiklerin paylaşımda fikir ayrılığına düşürülmesi, Birinci Dünya Savaşına katılmayan A.B.D’nin yenidünya düzeninde rol almak istemesi, Arap dünyasının bir kısmının ihanetine rağmen Hindistan Müslümanlarının maddi manevi desteklerinin sağlanması hepsi siyasi ve diplomatik bir kıvraklığın ve zekanın sonucudur. Mustafa Kemal siyasi zekasıyla en yakın dostlarına Komünist Partisini kurdurarak Bolşevik Rusya ile de ilişkiler kurmuş, böylelikle hem Mustafa Suphi önderliğindeki Rusya yanlısı Komünistleri saf dışı bırakmış hem de başta A.B.D olmak üzere batıya aba altından sopa göstermiştir. Ruslar Mustafa Kemal’in gerçek niyetini ancak Şubat 1923 de toplanan İzmir İktisat Kongresinin sonuçlarıyla idrak edebilmişlerdir. 

İzmir İktisat Kongresiyle Türkiye yüzünü batıya dönmüş, milli çıkarları koruyan kontrollü bir liberal ekonomi politikası izleyeceğinin işaretini vermiştir. “Ülkemize dost olan ecnebi sermayeye karşı değiliz” sözleri de yabancı sermayeye bakış açımızı ortaya koymuştur. Nitekim A.B.D ile ekonomik ilişkiler ve ilk yabancı sermaye yatırımları da Atatürk döneminde gerçekleşmiştir. Bir taraftan ülke kaynaklarını sömürmeye yönelik imtiyazlı yabancı yatırımlar millileştirilirken, diğer taraftan ülke yararına olan, istihdam yaratan, üretime katkı sağlayan yeni yabancı yatırımlara izin verilmiştir. 

Türkiye İkinci Dünya Savaşına katılmayarak, kendini koruyabilmiştir. Savaş sonrası ise hem hür dünyanın, hem de Türk halkının talepleri doğrultusunda çok partili demokrasiye geçişin adımını atmıştır. A.B.D ile ilişkiler güçlendirilmiş Marshall Planı ilk kez İsmet Paşa döneminde kabul edilmiştir. 

Demokrat Parti dönemi daha liberal politikaların izlendiği, batı dünyasıyla entegrasyonun güçlendirildiği, NATO, CENTO gibi uluslararası örgütlerin seçkin ve güçlü bir üyesi olduğumuz dönemdir. Menderes’in “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız” ve “her mahallede bir milyoner yaratacağız” sözleri refahı tabana yayma ve ülkeyi topyekun kalkındırma hedefinin ifadesiydi. Merhum Celal Bayar A.B.D’ne giden ilk Reisicumhur olarak tarihe geçti. Bayar Başkan Eisonhower tarafından Beyaz Saray önünde askeri törende yüzbinlerce Amerikalının Türk-Amerikan bayraklarıyla karşılandı, büyük itibar gördü. 

Atatürk, İnönü, Bayar ve Menderes’in Türk-A.B.D ilişkilerinde temel önceliği Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli çıkarları ve Türk milletinin refah ve saadetiydi. Ne yazık ki; büyük yatırımlar nedeniyle zora giren ekonomiyi canlandırmak için Dünya Bankasına başvuran Menderes’in talebinin reddedilmesi üzerine Ankara’daki Dünya Bankası ofisine izin vermemesi ve Erdemir yatırımı için Rusya’ya yönelmesi, kendi başkanlarına bile suikast düzenlemekten kaçınmayan Amerikan derin devletini harekete geçirdi ve Menderes’in sonu hazırlandı. 

27 Mayıs cuntacılarının ilk açıklaması NATO ve CENTO’ya bağlılık olmuştu ama ne yazık ki tüm batı aleminin ve A.B.D’nin baskılarına rağmen idamlardan vaz geçmediler ve Türk siyasi hayatına kara bir leke sürdüler. 28 Kasım 1964 yılında Demirel AP Genel Başkanı seçildi. Adaylığını açıklamasının yer aldığı Ege Ekspres gazetesinde Demirel’in Genel Müdürlüğü döneminde A.B.D Başkan Yardımcısı Johnson ile çekilmiş samimi bir pozu yer alıyordu. Bugün Yeni Asır Gazetesi yazarı olan Erkin Usman bu fotoğrafı eski tarihli bir Time dergisinde tesadüfen bulmuş ve manşete taşımıştı. Bu resim ile Hürriyet, Milliyet gibi birçok ulusal gazeteleri de atlatmıştı, ama ertesi gün bütün gazeteler bu resmi sür manşetten verdiler. Aradan geçen 4-5 yıl içerisinde Johnson A.B.D başkanı olmuş Demirel de Türkiye’yi yönetmeye talip olmuştu, resim sanki yeni çekilmiş gibi bir izlenim uyandırdı. Sonuçta Demirel bütün rakiplerini açık ara geçerek AP’ne Genel Başkan oldu, ardından Başbakan Yardımcısı ve Başbakan oldu. Demirel de A.B.D ile hep iyi geçindi ama ülke çıkarlarını hep ön planda tuttu. A.B.D ile anlaşamadığı konularda geri adım atmadı. A.B.D’nin haşhaş ekimini kısıtlama talebini reddederek şimşekleri üstüne çekti. Türk köylüsünün rızkını kesmek yerine kendi gençlerinin uyuşturucu kullanımını kontrol etsinler diyerek restini çekti. İskenderun Demir Çelik, Seydişehir Alüminyum tesisleri gibi dev yatırımlar için Ruslarla işbirliği yapmaktan kaçınmadı. Sonunda 12 Mart geldi haşhaş ekimi de kısıtlandı. Ecevit de aynısını yaptı Kıbrıs Barış Harekatında kararlı bir tutum sergiledi, A.B.D ambargosuna rağmen haşhaş konusunda taviz vermedi. Erbakan da öyleydi A.B.D ile işbirliği yaptı ama milli çıkarları da hep gözetti. 

İsmet Paşanın merhum Demirel’den dinlediğim bir sözü vardır: “Büyük devletlerle siyaset yapmak ayıyla yatağa girmeye benzer”. Yani nasıl davranılacağını biliyorsan belki bundan bir yarar elde edebilirsin ama bilmiyorsan ayıya yem olmaktan kurtulamazsın. Çok şükür biz bugüne kadar yem olmadık ama A.B.D kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. A.B.D başkanının artık YPG’ye silah vermeyeceğiz sözünü verdiğinin söylenmesinin ardından dört gün geçmeden YPG Amerikan zırhlı araçlarıyla burnumuzun dibinde şov yaptı. Pentagon böyle bir söz olmadığını açıkladı. Şimdi “bu nasıl müttefiklik, nasıl stratejik ortaklık” diye soruluyor. Sorulmakta da haklılık vardır elbette ama dönüp nerede hata yapılıyor diye de bakmak lazımdır. 

Kimse şahsi meseleleri milli meseleymiş gibi takdim etmeye kalkışmasın, yoksa zararı gören yine Türkiye ve Türk milleti olur. Sayın Bahçeli, Sayın Perinçek de bunu böyle bilsinler. Ölçümüz ülke çıkarları, milletimizin refah ve saadetidir. Dostluklar kurarken de düşmanlık beslerken de bu ölçüyü dikkate almak gerekir. Siyasette de uluslararası ilişkilerde de ne ebedi dostluk ne de ebedi düşmanlık vardır. Önemli olan ulusal değerlerimiz ve çıkarlarımızdır. 

Kalın sağlıcakla…