Büyük Millet Meclisinin açılışının 97 inci yılını geçtiğimiz Pazar günü coşkuyla kutladık. Sanki bu yıl her zamankinden daha fazla bir coşku vardı gibi geldi bana. Nedenine gelince insanlarda ister istemez bir burukluk vardı. Üzerine gölge düşürülmüş bir halk oylamasının ardından milli iradenin mabedinin güçsüzleşiyor olmasından kaynaklanıyordu bu burukluk.

            TBMM Başkanlık Divanının arkasında iri harflerle “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazar. Yani egemenliğin asıl sahibi olan milletin iradesine hiçbir şekilde kayıt ve şart konulamaz. Millet iradesinin tecelli ettiği yer ise hiç kuşkusuz Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Şimdi, şaibeli bir oylama ile milli iradenin temsilcilerinin elindeki yetkileri alacaksın, TBMM’ni adeta işlevsiz hale getireceksin, Hükümetleri meclis denetiminden kaçıracaksın, sonra da egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyeceksin.

            Egemenlik milletindir, hiçbir kayda ve şarta bağlanamaz, egemenlik hakkı devredilemez, tek bir ferde ciro edilemez. Edersen, işte o zaman kayıt ve şart koymuş olursun. Kanunlar apaçık çiğnenerek, mühürsüz oyların geçerli sayılmasına ilişkin YSK kararı tüm hukuki girişimlere rağmen düzeltilmezse o zaman Sayın Kahraman’a bir iş düşecektir. Lütfen oturduğu kürsünün arkasındaki yazıyı “Egemenlik Kayıtsız, Şartsız Reisindir” şeklinde düzeltiversin.

            Bu ülkenin milli günü elbette ki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramıdır. Ancak 23 Nisan olmasaydı belki 29 Ekime ulaşmak mümkün olmayacaktı. Milli Kuvvetlerin arkasına milli iradenin gücü eklenmeseydi, 30 Ağustos zaferini belki hiç görmeyecektik, 9 Eylül’ü göremeyecektik. Belki Cumhuriyet sözcüğünün anlamını bile bilmiyor, demokrasi, milli irade, egemenlik sözcüklerini ise hiç duymamış olacaktık. O yüzden 23 Nisan 1920 her şeyin üstünde görülmelidir.

            Elbette ki o güne kolay gelinmedi. Amasya Tamimi ile başlayan süreçte Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tecelli eden milli irade, mücadele ortamında yapılan seçimlerde seçilenler  ve Osmanlının son Meclisi Mebusanı’ndan Anadolu’ya intikal eden vatanseverlerle birlikte 23 Nisan 1920’de Ankara’da vücut buldu. O gün Cuma namazını müteakip, tekbirlerle ve dualarla milli iradenin mabedi açıldı.   

            O Meclis ki; top seslerinin Ankara’dan duyulduğu günlerde bile temsil ettiği milli irade adına icra vekilleri heyetini denetlemekten, yasa tasarılarını enine, boyuna müzakere etmekten bir adım bile geri durmadı. Hakimiyetin bila kaydı şart millete ait olduğu düsturundan bir an olsun vaz geçmedi. O meclis ki; 15 Temmuz gecesi bütün guruplarıyla, bombalar altında, milli iradeye tasallut eden hainlere karşı yek vücut olduğunu tüm dünyaya gösterdi.

            Peki; milletin iradesi hiç mi çiğnenmedi? Milletin egemenlik hakkını bir türlü içlerine sindiremeyenler, milletin daima son söz sahibi olduğunu hazmedemeyenler zaman zaman millet iradesine de tasallutta bulundular. 1946 seçimleri millet egemenliğinin ilk defa çok partili sistemde sınanacağı seçimlerdi. O günkü CHP idaresi maalesef bu sınavı geçemedi. Valisiyle, kaymakamıyla, polisiyle, jandarmasıyla milletin helal oylarını gasp ettiler. Ancak 14 Mayıs 1950 günü milletin iradesinin tam olarak tecelli etmesini engelleyemediler.

            27 Mayıs günü milletin hür iradesiyle seçilen Demokrat Parti iktidarını hain bir darbeyle deviren cuntacılar, MBK gurubu namıyla o yüce meclisin çatısı altında kendilerine ömür boyu senatörlük ihdas ederek milli iradeyi bir kez daha yok ettiler. Ancak bu imtiyazlar bile 5 yıl sonra 1965 seçimlerinde devrik Demokrat Partinin yerini alan Adalet Partisinin tek başına, hem de bu güne kadar hala kırılamayan rekor bir oyla, iktidara gelişini engelleyemediler. 12 Mart döneminde bir kez daha milletin oylarını gasp etmeye kalkıştılar. Milletin temsilcilerini baskı ve tehditle sindirerek devleti ele geçirmeye Cumhurbaşkanlığı makamını hak etmeden işgale yeltendiler. Yüce meclis direndi gazi ünvanına yakışır bir tavırla direndi. Merhum Süleyman Demirel ve merhum Bülent Ecevit’in direnci ve işbirliği sayesinde buna muvaffak olamadılar, bir gecede aday yapılan Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler’i seçtirmediler. 12 Eylül 1980’de gene milli egemenliği yok saydılar, milli iradeyi hiçe saydılar. 5’li çete gene hain bir darbeyle meclisi feshetti. Ancak gene muvaffak olamadılar, milletin iradesi gene galip geldi. Sürgüne yolladıkları, siyasetten men ettikleri Süleyman Demirel, önce başbakan, sonra Cumhurbaşkanı olarak geri döndü.

            16 Nisan’da da millet iradesinin gasp edildiği iddiaları var. Kanunun amir hükmüne rağmen mühürsüz pusulaların geçerli sayıldığı ayan beyan ortada. Aleni toplu olarak evet mührü basılırken çekilen videolar internet sitelerinde paylaşılıyor, sandık başında poz veren keleşli evet fedaileri hiç sıkılmadan sosyal medyada paylaşıyor. Oy ve ötesinin açıkladığına göre ölülere, tarım işçisi olarak gurbette bulunanlara, sandığa gitmeyenlere sahte oy kullandırıldığı tespit edilmiş. Bu iddialar atı alan Üsküdar’ı geçti diyerek izah edilemeyecek kadar açıktır. 1946 seçimleri hortladı deniliyor, milli iradenin bir kez daha gasp edildiği söyleniyor.

            Ancak diş macunu tüpten çıkmıştır. Macunu tüpe geri çekmenin imkanı yoktur. YSK’nın AYM’nin kararı ne olursa olsun, egemenliğin asıl sahibi millet bugün, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa 2019 da gasp edilen hakkını geri almasını bilir.

            Milli iradenin mabedinin açılışının 97 inci yıldönümü, tüm milletimize hayırlı ve uğurlu olsun. Kalın sağlıcakla…