"Bacaklarını ört kızım… Ayıp kızım… Sus kızım… Hanım ol kızım…" diye ruhen ve fizikken büyürken, kırmızı ojelerin ahlaksızlık, topuk sesinin tahrik, kahkaha atmanın kışkırtma olduğu dikte edilen bir toplumda tüm algılar, kadının isimsiz bir eşya olduğuna ikna oluyorsa; kimi ona Zuhal der, kimi Ayşe, Fatma der…

Adı değişir eşyanın da başa gelenler bir türlü değişmez… Ve her eşya gibi hor görülebilir, eskitilerek bir köşeye atılabilir.

Hâlbuki erkeğin, gücünün ve nereden alındığı o muhakkak kudretinin eridiği tek şey olan kadın; gülümseyebildiği sürece devam edecektir bu çark. Bir kadının gülüşlerini çalmaya yelteniyorsanız eğer ve dahası gözyaşının vebali olduysanız; vay halinize…

***
40'lı yaşlarının sonuna gelmiş bir kadın… Boyunca iki çocuğun annesi… Eşi yok kadının. Sancılı geçen 22 yılın ardından ayrılık kararı alınmış.

Evet! Kadın dul.. İmtina edileceği yerde, şehvet uyandıran bir sıfat olarak adının önüne yerleştirilen dulluk meselesi; hayata mağlup devam etmek, gözleri arkasında gezmek, daha az gülüp daha az konuşmak üzerine sessizce imzalatılmış bir senet gibi… Başkalarınca çizilmiş bir çeşit alın yazısı belki.

Oysa her kuşun eti yenmeyeceği gibi her kadın üzerinde de şansınızı deneyemezsiniz bayım!
***
Kadın bir gün çığlık çığlığa bağırıyor:

"Vücuduma rızam olmadan el değdi!"

Bağıran bir eşya olunca hor görmeye, eskitmeye, konuya dahil ve dahil olmayan herkese hak doğuyor haliyle…

Bir fısıltıdır başlıyor: "Kaşınmıştır!", "Aranmıştır!", "O adam öyle bir şey asla yapmaz!", "İftira atıyor!", "Zaten dulmuş!"

Adam yapmaz ama kadın her şeyi yapabilirdi!

Ortada bir taciz iddiası vardı ama kadından başka oralı olan yoktu.

Ruhunun, etinin, ailesinin canının nasıl acıdığını bir soran yoktu!

***
Kadın önce sessizce göğüslemek istiyor hor kullanılmışlığını… Sonra bakıyor ki zedelenen gururu iade olacak gibi değil; önce ailesine, sonra işyerindeki en güvendiklerine ve sonunda da rızası dahilinde olmayan o eylemin muhatabına gereken cezayı vereceğine inandığı topluluğun başkanına anlatıyor yaşadığı tacizi.

Kadın bir umut bekliyor… Ve kadın umudunun, ruhunun, vicdanının, inandığı tüm değerlerin en büyük yarasını bu cevapla aldığını söylüyor: "Bir sekreter için genel müdürümü işten kovmam!"

***
Ama bir yerlerde insan olmuşluğuna, tıpkı herkes gibi sadece insan olmuşluğuna değer verecek birileri de olmalıydı…

Adalet mi?

En mümkünü o olmalı!

Yazıp dilekçesini "şikayetçiyim" diyor yaşananlardan…

Hukuksal süreç başlıyor.

Muhatap taraf en iyi, en kolay yapabileceği şeyi yapıyor karşı hamle olarak.

Kadın, işinden oluyor.

Kadınlık gururu incinmiş, inandığı değerler elinden alınmışken; işten kovulmuş, çok mu?

Bundan sonrası herkesin malumu…
Yaşı orta yaşın üstüne haylisiyle çıkmış olsa da küçük kızının elinden tutan o kocaman yürekli baba, kadınla taciz nöbeti tutmaya başlıyor.

Zaten bir baba ne kadar güçlüyse kızı da o kadar güçlü durur hayatta. Kız babaları! Bunu sakın unutmayın.

Bir, üç, beş derken 12 gün "Bu işyerinde taciz vardır" pankartı tutan el sayısı da çoğalıyor.

Sanayiye işçi taşıyan servis arabaları geçiyor yoldan… Tuhaf bakışlı erkekler, erkek akıllarınca hor gözlerle bakıyor, o fabrikanın önünde, çimlerde oturup erkek diktasına kafa tutan o kadınlara. Aynı arabadaki kadın işçilerin muhakkak kafaları önde… Sanki onların namusuna dil uzatan var!

Fabrika yönetimi tarihi bir karar veriyor o esnada… Kadınlar nöbete geldiğinde, fabrikanın önüne kocaman kocaman arabalar park ediliyor. "Bu işyerinde taciz var!" pankartının muhatabının orası olduğu gizleniyor böylelikle. Devasal fabrikaya, kafasını kuma sokmuş deve kuşu muamelesi yapılıyor, anlayacağınız. Dahiyane bir fikir!

***
Kimine göre kadın kendini tüm bu yaptıklarıyla rezil ediyor. Yaptığı tam bir hafif meşreplik.

Kimine göre, bir kadını taciz etmenin bedeli olabileceğini dünya aleme göstermiş oluyor. Bir ‘destur' veriyor herkese.

***
Adalet, cevabını veriyor sonunda kadına… Alınan ifadeler ve yapılan incemeler sonucu taciz iddialarına mahkeme takipsizlik kararı veriyor.

Hayırlısı olsun!

Zaten bir kadının sözüne neden itibar edilsin ki?

***
Bunca muammanın ardından, kadının tüm sözleri boşlukta kalıyor. İftira mı atmıştı, yoksa gerçeği dillendirecek delillerden mi yoksundu; kimse bilemez.

O gün, o odada yaşandığı iddia edilen tacizin olup olmaması değil de; bir kadının vücudu üzerine bunca konuşulup bunca yazılar yazılmış olması bile, ilgili ilgisiz herkesin söz sahibi olmuş olması bile; yaşadığımız dünyanın artık çok çirkin bir yer olduğunun ispatı oluyor.