İster solcu, ister sağcı, ister İslamcı olun, hangi inanca bağlı olursanız olun, hangi kimliğe sahip olduğunuzu hissediyorsanız edin ama önce sizin gibi olmayan başkalarının da düşüncelerine, hayat tarzlarına, fikir ve inanç hürriyetlerine saygı gösterin, demokrat olun. Bunu sağlamanın tek yolu, eğitimli olmaktan geçer. Eğitim dediysek, öyle sıra, sıra diplomalar, unvanlar, kariyerler şart değil, aileden başlayan temel eğitiminiz sağlam olsun yeter. Temel eğitiminiz sağlamsa, düşünme, analiz edebilme, fikir yürütebilmeyi öğrenebildiyseniz gerisi zaten gelir. O yüzden bu hafta eğitim konusuna değineceğiz. Merhum Atilla İlhan’ın “Hangi Sol”, “Hangi Atatürk” gibi hangi ile başlayan birçok eseri vardı. Bu eserlerinde, olanla, olması gerekenler arasındaki çelişkileri ortaya koyar, nice eğitimli olduğunu sanan cahillere dersler verirdi. Biz de hangi eğitim sorusuna cevap arayacağız.

            Ziya Paşa’nın ünlü bir sözü vardır “mektep cehaleti alır, merkeplik baki kalır”. Yeni nesiller bu sözü “tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır” diye söylerler. Estağfurullah, kimseye hakaret etme niyetinde değilim. Hele hele, Türkçemizde hakaret sözü olarak kullandığımız, belki de hayvanlar aleminin en güzel gözlü, ana sütüne eş değer saydığımız sütü olan, yıllarca yükümüzü taşıyan, insanoğluna hiçbir şey beklemeden hizmet eden o sevimli hayvana hakaret etmek asla kastımız değildir. Kolejdeyken Mustafa Şölen isimli köy enstitüsü kökenli bir tarım dersi öğretmenimiz vardı. Biz ona Şölen dede lakabını takmıştık, öyle sadece sınıfta ders anlatmazdı, okulumuzun arkasındaki yüzlerce dönümlük zeytinliklerde, tarlalarda, bağlarda tatbiki olarak öğretirdi. Zeytin toplamayı, bağ budamayı, toprağı bellemeyi, ne işimize yarayacak demeden, hep ondan öğrenmiştik. Arazide kaytaran oldu mu, ağaç gölgesinde ense yapanı gördü mü, eşek derdi. Sonra da eşşek demedim, eş ek dedim diye açıklama yapardı, toprağı eş, tohumu ek, fidanı dik diye. Yani kısaca, üret, insanlığa hizmetin olsun derdi. Kimse de onun bu sözünden gocunmazdı, Allah gani gani rahmet eylesin.

            Gelelim asıl konumuza. Son günlerde TV’lerde özel vakıf üniversitelerinin reklamları dönüyor. Metinler o kadar güzel ve etkileyici yazılmış ki, insanın yeniden üniversiteye gidesi geliyor. Ankara’da da bilbordlarda bir sürü üniversitenin tanıtım günleri reklamları var. Şöyle düşünüyorum da neden ODTÜ’nün, Bilkent’in, Boğaziçi ve İTÜ’nün reklamları yok diye. Hadi devlet okullarını anladık, reklam bütçeleri olmayabilir, ama ya Bilkent TOBB-ETÜ gibi okullar niye reklam yapmıyorlar? Pazarlama Araştırması (marketing Research) dersimizde reklam konusunu işlerken hocamız en iyi reklam, ürünün kendisidir demişti. O zaman henüz “koşulsuz müşteri memnuniyeti” kavramı bilinmiyordu ama mal veya hizmeti satın alan müşterilerin, geri dönüşleri, dostlarına tavsiyeleri, en iyi reklam aracıydı. O yüzdendir ki; üniversitelerin uluslararası başarıları, öğrencilerin özgürce yetişme biçimi, mezunlarının iş bulma kolaylıkları, doktora veya yüksek lisans için Harward, Stanford ya da MIT gibi dünyaca ünlü eğitim kurumlarından akseptans alabilmeleri en iyi reklam aracıdır. Bu tür okulların da TV’lerde bilbordlarda reklam yapma ihtiyacı yoktur.

            Bizim zamanımızda böyle reklamlar yoktu, tercihimizi belirleyen en önemli etken bizden önceki mezun abilerimizin deneyimleriydi. Manisa’da dershane de yoktu. Biz de Uluparkın tenha bir köşesinde, küçüğünden bir semaver söyleyerek, evden getirdiğimiz çayla sürekli tazeleyip akşama kadar hiç tükenmeyen çay eşliğinde önceki yılların elden düşme test kitaplarıyla hazırlanırdık sınavlara, ama bizim kuşak da anarşik ortama rağmen çok iyi yetişti.

            Bugün parası olan için olağanüstü imkanlar var, her ilde en az bir üniversite, neredeyse her ilçede bir fakülte veya yüksek okul var. Vakıf üniversiteleri de mantar gibi bitiyor. Yüzlerce üniversitemiz var ama eğitim düzeyi aynı oranda artıyor mu acaba? Ne gezer, kendini yetiştirmesini bilenler istisnadır ama binlerce diplomalı cahiller yetiştiriyoruz. Bunu TV’lerdeki mülakatlardan, yarışmalardan, izleyicilerin sorularından, tartışma programlarındaki yaklaşımlardan, iş başvurularındaki ifadelerden, mülakatlarda verilen cevaplardan, sosyal medyadaki paylaşımlardan, gazetelerden ve daha birçok kaynaktan öğreniyoruz.

            Dün Twitter’da üç yıldır ataması yapılamayan bir Türkçe öğretmeninin twitini gördüm. Derdini anlatıyor, “herkez” itiraz etsin ve “madurum” diyordu. İyi ki atanmamışsın çocuğum! Sen bu Türkçenle mi öğrencilerini yetiştireceksin? Bir Türkçe öğretmeni adayı “mağdur” sözcüğünü “madur”, “herkes”i “herkez” diye yazıyorsa biz onun eğitimden ne bekleyebiliriz?

            Bir TV kanalı, hem de yandaş bir kanal sokakta gençlerle konuşuyor soru soruyor, başörtülüsü de var, örtüsüzü de, kotlusu da var mini eteklisi de. Kelimeyi şehadet nedir? Sorusuna, cevaplar yalan, yanlış eksik, gedik te olsa veriliyor, anlamı sorulduğunda ise bilen hiç kimse yok.  Doğruya en yakın cevap ise, uzun saçlı, sakallı hip-hop tipi bir gençten geliyor. Es kaza böyle bir soruya arkadaşlarımızdan biri yanlış cevap verse veya bilmiyorum dese, laik Cumhuriyetçi, Atatürkçü ilkokul öğretmenimiz onun kulağını biraz uzatır sonra da en az yüz defa kelime i şehadeti ve anlamını defterine yazdırır, ertesi gün de tahtaya kaldırır, herkesin içinde doğrusunu söyletirdi. Demek ki dindar nesil yetiştiriyoruz demekle bu iş olmuyor. Biz fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir nesil olarak yetiştik. Başkalarının aklıyla değil kendi irademizle hareket ettik. Allaha hamdolsun, inancımızdan itikadımızdan da şüphemiz yoktur, Müslümanlığımızı, dindarlığımızı sorgulamak ne kimsenin hakkı ne de haddidir.

            Bir başka örnek de Cuma namazındaki bir fotoğraf. 25 yaşlarında bir delikanlının sırtında bir tişört var, arkasında da “No god, no religion” yazıyor. Haşa! Allah yok, din yok anlamına geliyor. Belli ki delikanlı özenmiş, sırtına geçirmiş tişörtü, anlamını bile bilmiyor. Bilse zaten giymez, bilerek giydiyse de namaza gelmez. Asıl garip olan ise bir cami dolusu cemaatten hiç kimse genci uyarmamış. Hiç mi bunun ne anlama geldiğini bilen çıkmamış? Yazık!

            AKP iktidarının 15. Yılındayız, yani dindar nesil yetiştireceğiz diye ortaya çıkanların iktidara geldiklerinde 10 yaşında olan çocuklar yukarıdaki örneklerde gördüğümüz gençler yaşında. Bu mudur, eğitim politikanız? Şimdi de müfredat ile oynuyorsunuz.

Yetişmiş gençlerimiz, NASA’da, Slikon Vadisinde, dünyanın önde gelen araştırma merkezlerinde, üniversitelerinde, tıpta, otomotiv sanayiinde, hemen her sektörde harikalar yaratıyorlar. Bu gençlerin yarısı ülkelerine dönseler, Türkiye ihya olur, ama bu zihniyetle mi tersine beyin göçü yaratacaksınız? Biz bu kafayla mevcutları koruyabilirsek bile başarıdır.

İlk emri “oku” olan bir kitaba inanan, “İlim Çin’de de olsa alınız” diyen bir peygamberin izinde olan biri olarak Atilla İlhan’ı, Ziya Paşa’yı anmadan edemedim. Kalın sağlıcakla…