Manifesto, yabancı kaynaklı bir sözcük. Türk Dil Kurumuna göre, toplumsal bir hareketin siyasal inanç ve amaçlarının açık ifadesi anlamına geliyor. Yeminli ifade anlamında da kullanılıyor. Ticari anlamı da var ama o bizim konumuz değil. Doğrusu bu sözcük siyasi terminolojimize komünist, sosyalist akımlardan girmiştir. 170 yıl önce yazılan Karl Marx ve Frederick Engels’in ünlü “Komünist Manifestosu” 68 kuşağının ve 80 öncesi devrimci hareketlerin de rehberi olarak kabul edilir. 

            80 öncesinin kaotik dönemlerinde sokaklarda, üniversitelerde sağcı ve solcu gençler vuruşurlarken bizler de fikri platformda, sesimizi duyurmak, düşüncelerimizi genç kitlelere yaymak, mücadelenin huzur ve barış içerisinde entelektüel düzeyde yürütülmesini sağlamak istiyorduk. Adını manifesto koymasak da tam bir manifesto niteliği taşıyan “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz?” fikirler ve talepler manzumesini hazırladık ve yüzbinlerce bastırarak tüm Anadolu’ya, AP Gençlik Kollarına ve köy kahvelerine kadar yayılmasını sağladık. Kaynağımız, merhum Süleyman Demirel’in “Büyük Türkiye” adlı eseriyle merhum dostumuz Uğur Gümüştekin’in Demirel’in söylevlerinden ve Büyük Türkiye eserinden derlediği “Yeni Bir Sosyal Mukavele’ye Doğru” adlı eseriydi. Bugün bile hala geçerliliğini koruyan talepler aslında “Millet İttifakı” adı verilen birlikteliğin de temel asgari müştereği olarak da kabul edilebilir. Virgülüne dokunmadan paylaşıyorum: 

Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz? 

            “Milletin hükümran (egemen) olduğu bir Türkiye İstiyoruz. Millet iradesinin her şeyi tayin ettiği, her şeyin hukukun içinde cereyan ettiği, vatandaşların kardeşçe yaşadığı bir Türkiye istiyoruz. 

            Fertleri bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında toplu; vatandaşları milletin tarihine, kültürüne, ananelerine, bağlı ve ileri düşünceli bir Türkiye istiyoruz. 

            Müreffeh (refah içinde) bir Türkiye İstiyoruz. Çalışmak isteyen herkesin iş bulabildiği, kimseye muhtaç olmadan kendisini ve ailesini besleyebildiği, fukaralığı, işsizliği, çaresizliği yenmiş, fertleri bugün, yarın ve gelecek korkusundan uzak, her ailenin insan haysiyetine yaraşır bir evde oturduğu, hastası doktor ve ilaç bulabilen, sakatı, ihtiyarı, dulu, yetimi, işsizi sokak ortasında kalmayan,; sosyal güvenlik ve sosyal dayanışmayı başarmış bir Türkiye istiyoruz. 

            Kalkınmış bir Türkiye istiyoruz. Her köşesine gidilebilen, her köşesinde her şey bulunabilen, tüten bacaları, bir uçtan, bir uca uzayıp giden yolları, hareket dolu şehirleri, kasaba ve köyleri, bereket dolu ovaları, köylü ile şehirli arasında fark kalmamış, açı, açığı, çıplağı olmayan, karnı tok, sırtı pek insanlar diyarı bir Türkiye istiyoruz. 

            İlim, sanat ve kültür alanında medeniyete katkıda bulunan, kendi öz benliğini, milli vasıtaları ile kabul etmiş eserleri olan bir Türkiye istiyoruz. 

            Fertleri kendisine, milletine, devletine inanç içinde Büyük Türkiye’yi mutlaka yapmaya kararlı, Türk olmanın gururu içerisinde olan mesut ve bahtiyar insanlar diyarı bir Türkiye istiyoruz.” 

            İşte tam 50 küsur yıl önceki Büyük Türkiye manifestosu budur. Çok şükür ki; 50 yıl içinde birçoğunu başarmışız. Ancak 16 yıldır da birçok başardığımız şeyi kaybetmişiz. Millet İttifakının YSK’na sunduğu ittifak protokolünde sıralanan 4 maddede bunların özeti var. Yani hangi siyasal görüşte olursa olsun milletle beraber olanların da isteyebilecekleri zaten bunlardır. 

            Peki ya günlerdir manifesto açıklanacak diye duyurulan ve hemen her kanalda yayın akışı kesilerek canlı verilen, dokümandan ne çıktı? Koca bir hiç! Malumun ilanından başka bir şey yok. 16 yıldır yapılan hataların itirafı adeta. Kendisi ahidleşme olarak adlandırıyor ve her cümlesine “ahdim olsun ki” diye başlıyor. Peki dönüp sormazlar mı daha önceki ahidlerine ne oldu? Hangi ahdini gerçekleştirebildin? Bu doküman yukarıda izah ettiğimiz manifesto tanımına da uymuyor, olsa olsa bir seçim vaatleri beyannamesi olur. Ben daha fazla bu konuda yorum yapmayacağım, yeri kadar açık olan sözlerdeki yorumu siz okuyucularıma bırakıyorum. 

            Yalnız, çok sevdiğim bir büyüğümün manifestoya ilişkin tanımlamasına da değinmeden geçemeyeceğim. İki kelimelik Latince bir cümleyle ifade etti: “Mea Culpa”. Bu sayede ben de yeni bir şey öğrendim. Ne demek diye sorduğumda ise hatalıyım, kusurluyum, suçluyum anlamına geldiğini söyledi. Gerçekten de sürekli kandırıldığını ifade eden bir kişi için ancak bu cümle bir anlam ifade edebilirdi. 

            İmzalar da atıldı, şimdiden Meral Hanım ve Karamollaoğlu ipi göğüslediler. Doğu Perinçek’in umutları ise son üç güne kaldı. Çok adaylı bir yarışa giriyoruz, kartlar açıldı, manifesto okundu, meydanlar ısınmaya başladı. Her şey daha güzel, huzur, barış içinde, demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlüklerin kayıtsız koşulsuz uygulandığı, adil ve tarafsız bir yargısı olan, hür ve müreffeh bir Türkiye için. Kalın sağlıcakla…