Türkiye’nin en yetkin, en seçkin, en vakur, en bilgili ve deneyimli bürokratları Mülkiye, Maliye, Hariciye ve sonraki dönemlerde de Hazine ve Planlamadan yetişmişlerdir. İstisnalar dışında halen de öyle olmasını umut ediyorum. Tabi bir de bunlara öğretmenlerimizi,  üniversitelerimizin ağır, oturaklı, yetkin hocalarını da dahil etmemiz gerekir. Darbe ve muhtıra dönemlerinde, kaos ve kriz ortamlarında, siyasetin çıkmaza girdiği, çözüm geliştiremediği dönemlerde Devletin çarkı hep bu bürokratlar sayesinde dönmüş, çıkış yolu da hep bunlar sayesinde bulunmuştur. Elbette ki bu birikim ve yetkinlik birden oluşmamıştır. Enderun kültürü ve terbiyesi Cumhuriyet ilkeleri ve disiplini ile hemhal olduğunda devlet terbiyesi, usul ve adabı ile gelenekleri de yerleşmiştir.

İçinde yetiştiğim halde, ben dahil çoğu kimse yeri geldiğinde bürokrasiyi eleştirmiş, bir takım tavır ve usullerini kırtasiyecilik olarak nitelemiştir. Ancak fikir ayrılığı içinde olunsa bile makamlarının gerektirdiği saygıda kusur edilmemiş, devlet onuruna hep korunmuştur. Kimileri ise taşıdıkları siyasi sorumluluğu unutup en ufak bir başarısızlıkta bürokratik oligarşi yüzünden diyerek suçu onların üstüne atmışlar, tu kaka demişlerdir. Daha da vahimi, aynı çevreler onları aşağılamışlar, adeta yok saymışlardır. Zaman içinde liyakat, ehliyet, kariyer, deneyim bir kenara atılmış, partizanlar, yakınlar, yandaşlar, terör örgütü uzantıları Devletin içine sızdırılmış, Devlet geleneği, bürokratik terbiye yerle bir edilmiştir. Bu bozulmuşluğun acı sonuçlarını hain darbe teşebbüsü ile hep birlikte yaşamadık mı?  

Son zamanlarda ise bürokraside, akademik çevrede haddini aşma, yalakalık ve şarlatanlık revaçta.

Geçen yıl bir valimiz Sayın Cumhurbaşkanının heyetinde yer alarak gittiği Çin’de Anhui eyaletinin başkentinde bölgenin yöresel kıyafeti olduğu söylenen garip bir kıyafeti giymiş, altın yaldızlı dev bir tahta oturarak resim çektirmiş ve bu resmi de tiwitter hesabında paylaşmıştı. Cem Yılmaz dahil yüzlerce kişi de bu twiti paylaşarak alaya almışlardı. Bu sayın Vali her yıl milyonlarca yabancı turistin ziyaret ettiği Antalya’da umumi yerlerde içki içilmesini de yasaklamasıyla ün yapmıştı. Merhum Lütfü Kırdar, İhsan Sabri Çağlayangil, Kemal Aygün, Kutlu Aktaş, Nevzat Ayaz, Vefa Poyraz, Recep Yazıcıoğlu ve sayamadığım daha birçokları gibi geçmişin ün salmış Valilerini hatırladıkça Mülkiyemiz ne hale getirilmiş üzülüyorum doğrusu.

Birkaç gün önce de Uganda Büyükelçimiz (Uganda’da büyükelçilik neye lazımsa) 29 Ekim resepsiyonunda Truvalı Helen kıyafetiyle boy göstermiş, katibinin kıyafeti de tuz biber ekmişti. İdi Amin’in ülkesine bu yakışır da, elçilik residansının Türkiye Cumhuriyeti toprağı olduğu unutulmuş herhalde. Cumhuriyet resepsiyonuna bu kıyafetle çıkılması, orada bulunan Sevr’e taraf olmuş ülkelerin temsilcilerine nasıl bir etki yapmıştır acaba? Daha doğrusu nereleriyle gülmüşlerdir? Merak ediyorum doğrusu. Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu anında Büyükelçiyi geri çağırmış, iyi de yapmış kanaatimce. Monşer diye aşağıladıkları Devlet onurunu her şeyin üstünde tutan saygın diplomatlarımız birer, birer eksilirken meydan Merve Kavakçılara ve bunlara kaldı ya, üzülmemek elde değil. Bunlar mı koruyacak Türkiye’nin dış dünyadaki itibarını?

Son yıllarda adlarının önünde profesör unvanı taşıyan bazı kendini bilmezlerin abuk, subuk beyanları da moda oldu. Cahilliği savunanlar mı ararsın? Yoksa bilimden nasibini alamamışları mı? Harran Üniversitesi rektörünün son beyanı ise hepsinin üstüne tüy dikti. Ardından istifa etmek zorunda bırakıldı, YÖK’den uyarı geldi ama bu öyle geçiştirilecek bir olay değildir. Rektörün boşboğazlığı deyip geçiştiremezsiniz. Arkasında yatan bilinçli ve sinsi amacı, örtülü zihniyeti görmezden gelemezsiniz.  Nedir bu sinsi amaç ve örtülü zihniyet? Anlatayım.

İslam dinimizde Ulul-ü emre itaat esastır. Bu husus Nisa suresi 59. Ayette emredilmiştir. Ayet açıkça ifade etmektedir ki; Allah’a ve Peygambere itaat farzdır. Devamla, sizden olan Emirlere de itaat ediniz der. Emir burada, müminlerin Emiri, İslam’ın Halifesi, amiri anlamına gelmektedir. Ancak Cenabı Allah buna şart koymuştur; uyuşmazlık olursa önce Allah’ın ve Peygamber’in rehberliğine müracaat edeceksiniz der. Yani Halife’nin emri bile olsa eğer Allah’ın emirlerine uymuyorsa itaat etmeyeceksiniz.

Bugün dünya üzerinde, ister şeriat devleti olsun, ister laik; ister cumhuriyet, ister mutlakıyet rejimi olsun; ister demokrasiyle, ister diktatörlükle yönetilsin tüm devletler anayasalar, kanunlar, kurallarla yönetilirler. Bu anayasalar, kanunlar kurallar ister İslam şeriatına, ister Musevi şeriatına, ister medeni hukuka uygun ya da karma olsun sonuçta kurallara bağlıdır. Diktayla yönetilen yerlerde bile kimsenin kanunsuz, hukuksuz emirlere harfiyen uyma zorunluluğu olamaz.

Kaldı ki; Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Eğer siz Türkiye Cumhuriyetini İslam Devleti olarak görür, Cumhurbaşkanını Emir, Halife olarak telakki eder ve emirlerine uymak farzdır derseniz, anayasamızı dibacesini alenen ilga etmiş olursunuz. Bu da TCK 309 uncu maddesi ve daha birçok maddeyi de ihlal etmiş olmak anlamına gelir. Kısacası ortada istifa ve uyarı ile geçiştirilemeyecek kadar vahim bir hadise vardır.

Yukarıda verdiğim örnekler neden son zamanlarda bu kadar çok arttı? Kimdir Bunlar? Kimlerden cesaret alıyorlar? Bunları kimler koruyor, kimler yönlendiriyor? Kimler bunların Devletimize, üniversitelerimize sızmasına ön ayak olmuştur? Kimler seçmiş, kimler tavsiye etmiştir? Sayın Cumhurbaşkanımızı kimler yanıltmış ve atamalarına vesile olmuştur? Geri çağırmakla, istifa ettirmekle sorun çözülmez. Dibine inmek, yukarıda sorduğum sorulara cevap aramak, sorunu kökten çözecek tedbirleri almak gerekir.

Muhalefete bakıyoruz, şarlatanlık deyip geçiştiriyorlar. Kimse nedenlerine inmek, araştırmak, soruşturmak gereği duymuyor. Şimdi anlıyor musunuz, merkez sağ siyasetinin, mecliste yeterince temsil edilememiş olmasının nelere yol açabildiğini. Bıkmayacağım, söylemeye devam edeceğim. Kalın sağlıcakla…