Başlığa bakıp da, ülkenin bu kadar sorunu varken, terör belası her gün can almaya devam ederken kaynanaların sırası mı, diyebilirsiniz. Ancak konumuz ne gelin kaynana kavgası ne de evin oğlunun ikilemi. Konumuz tam da ülkemizin içinde bulunduğu durum ve her gün can almaya devam eden terör belası.
Daha Dolmabahçe katliamının gözyaşları kurumadan bu kez acı haber Kayseri'den geldi. Bütün kanallarda, alt yazılarda haberler aynı, hatta daha spiker haberleri okumadan gelecek haberleri sıralayıverdim: "…bomba yüklü araç….şu kadar şehit ve yaralı var…..şunlar, şunları aradı bilgi aldı……şunlar terörü lanetledi…kanları yerde kalmayacak dedi….geçici yayın yasağı kondu…vs, vs….". Tarihleri değiştir haberler hep aynı, sırası bile aynı. Yetti artık.
Cumartesi günü bombalı saldırı haberlerini annemle birlikte izliyorduk. 4 darbe yaşamış, birine bizzat muhatap olmuş, Yassıada mezalimini, Kayseri cezaevini görmüş, geçirmiş, 12 Eylül öncesi kanlı eylemlerinin, sokak anarşisinin zirve yaptığı günlerde evlatlarını okutmuş, endişe içinde yollarını gözlemiş, acı, tatlı her şeyi yaşamış, yaşadıklarını kitaplaştırmış bir Cumhuriyet kadını annem. Gözleri doldu, onca şeyler yaşadım, bu dönem kadar acı yaşamadık dedi. Sonra devamla; teyzem "kaynanalık zor zanaatir, ince ayar ister" derdi, bunlar maalesef bu işi kıvıramıyorlar deyiverdi. Büyük teyzemin bu sözünden ne anlam çıkarmalıydım, bu olaylarla bağlantısı ne olabilirdi? Düşündüm de ne kadar doğru, anlamlı ve haklı bir sözmüş.
Büyük teyzem, annemin teyzesi, babamın da halası olurdu. Milli mücadele günlerinde tarifi mümkün olmayan acılar yaşamış, demokrasiye geçiş günlerinde DP kurucularından abisi, dedem Edip Akın'ın çektiği sıkıntıları, asılsız ihbarlarla gözaltına alınıp mahkemelerde yaşadıklarını görmüş, 27 Mayısta yeğeni babam Atıf Akın'ın gördüğü zulmü ve nahak yere hapsedilmesinin acılarını yaşamış tam bir Osmanlı kadınıydı. Sarf ettiği sözlerin çoğu hikmet taşırdı. Babam da birçok sözünün altını çizer yeri geldikçe onlardan istifade ederdi.
Kaynanalık zor zanaatir, ince ayar ister. O ince ayarı tutturamazsan, ya gelin tepene çıkar, ya senin altında ezilir, düşmanlık besler, ya da oğlunu kaybedersin hatta sağlığını da kaybedersin. Balık da öyledir, sıkarsan kayar, fırlayıp gider elinden, gevşek bırakırsan da düşer gider. Önemli olan ne sıkmak ne de gevşek tutmaktır, işte o zaman elinle iyice kavrarsın balığı.
Kaynanaların vazifesi zordur. Hem gelini sıkboğaz etmeyerek oğlunu mutlu edeceksin hem de evdeki otoriteni, saygınlığını koruyacaksın. İşte o ince ayarı tutturamazsan, hepsini birden kaybedersin. Tam da içindeki bulunduğumuz hali pürmelalimizi açıklayan bir durum.
Ne yaptık biz? Açılım, saçılım süreci dedik, Habur sınırında gösterilere çanak tuttuk, terör destekçileriyle kol kola girdik, hatıra fotoğrafları çektirdik, yetmedi çadır kurduk hakimleri ayaklarına yolladık, hendekler kazılırken göz yumduk, silah bırakılıyor diye kandırıldık. Teröristleri tepemize çıkardık. Sadece o mu? FETÖ'yü de tepemize çıkardık. Devletin içinde paralel yapı kurmalarına izin verdik, kumpas kurup şanlı ordumuzu zayıflatmalarına göz yumduk, orduya, yargıya, emniyete ve daha her yere sızmalarına müsaade ettik.
Şimdi sözüm ona mücadele ediyoruz, ama her gün şehit haberleri almaya da devam ediyoruz. Gelin tepesine çıktı kaynananın ama evin evlatları, kayınbiraderler, görümceler bu durumdan şikayetçi olunca, aldık sopayı elimize vuruyoruz gelinin ensesine. Anlayacağınız ne geline yaranabildik ne de evlatlara. Baştan o ince ayarı tutturabilseydik bugün bu duruma gelmezdik.
YÖK yasası çıktığında bundan şikayetçi olan üniversite profesörleri, yasaklı durumda olan merhum Demirel'i Güniz sokaktaki evinde ziyaret etmişler ve şikayetlerini dile getiriyorlardı. Çok değil daha birkaç yıl öncesinde, Demirel başbakanken, üniversitelerde çatışmalar oluyor, Hükümet emniyet güçleriyle müdahale etmek istiyor ancak özerklik bahanesiyle polis üniversiteye sokulmuyordu. Yeni yasa ise özerkliği tümüyle ortadan kaldırıyordu, oysa olması gereken bilimsel özerkliği koruyarak önceki yasanın boşluklarını doldurmaktı.
Demirel hocaları dinledi ve bir fıkra ile cevap verdi:
"Deveye sormuşlar, yolun inişini mi yoksa yokuşunu mu seversin? Deve biraz düşünmüş, bunun düzü yok mudur? diye karşılık vermiş." Öyle ya, iniş aşağı gitse sırtındaki yükün ağırlığı, boynuna binecek ve devenin boynu yara olacak. Yokuş çıksa aynı yük arkaya toplanacak, yer çekimi kuvvetiyle deveyi geri çekecek, böylece deve yokuşu tırmanmak için daha fazla efor sarf edecek. Halbuki düz yolda ne boynu yara olacak ne de fazladan efor sarf etmek zorunda kalacak, dengeli bir biçimde yükünü taşıyacak.
Sözün özü bir an önce, ülkemizin başındaki bu terör belasından kurtulmak için feraset sahibi kaynanalar gibi ince ayarı tutturmak, deve kadar makulü aramak gerekir. O yüzden sorumlu mevkilerdekilerin sözlerini, üsluplarını, icraatlarını tartarak yapma zorunluluğu vardır. Terörün istediği ülkeyi iç savaşa sürüklemektir. Bu oyuna gelmeyelim, yangına körükle gitmeyelim, onların destekçisi olduklarına inandığımız kimselerin binalarına saldırıp, kundaklayıp onların tuzağına düşmeyelim.
Bu yazı Rus Büyükelçisinin suikasta uğramasından önce yazılmıştı. Katilin kimliği hakkındaki ipuçları onun da tepemize çıkardıklarımızdan olduğu yönünde, daha ne diyelim? Kalın sağlıcakla.