Ulusal, bölgesel, yerel yüzlerce gazetemiz var, her gün itinayla sayfalar bağlanır baskıya verilir. Birçoğu resmi ilan için çıkar ama olsun, istisnalar hariç başarıyla enformasyon görevini yerine getirirler. Onlardan daha fazlası internet medyası var, her saniye canlıdır, her yeni haber geldikçe anında yayınlanır. Hep merak ederdim bu yayın organlarında her gün yazan yazarlar, bu kadar konuyu nasıl bulurlar diye. Dostumuz, bakanımız Sayın Rifat Serdaroğlu da her gün yazıyor. Yazdıkları gazetelerde, onlarca internet sitesinde yayınlandığı gibi zincir mail yoluyla yüz binlerce kişiye de ulaşıyor. Her gün yazmak gerçekten kolay bir iş değil. İnsan işin içine girmeyince bunun zorluğunu da anlayamıyor.
Bugün artık işler eskisinden daha kolay, sabah oturdunuz mu internetin başına ülkede neler olup bitmiş anında öğrenirsiniz. Devletli büyüklerimiz, muhalefetsiz liderlerimiz, kimler ne söylemiş bilirsiniz. Malzeme bol seç beğen yaz. Benim de birikmiş notlarım vardı. Alman parlamentosundan geçen soykırım kararı, bunun üzerine söylenen sözler, kanı bozukluk, sütü bozukluk teraneleri, doğurmayan kadınların yarım insan olması, can güvenliğinden kapısına gidip tahsilat bile yapamaz hale geldiğin Güneydoğunun elektrik faturalarının Anadolu'nun diğer yörelerindeki gariban halka ödettirecek damat paşa Kanunu ve daha neler, neler.
Bu sabah bunlara bir de İstanbul Veznecilerde çevik kuvvet aracına yönelik bombalı saldırı eklendi. Gelen ilk haberlere göre 7 si polis 11 kişi hayatını kaybetti. Tam o esnada, bir dostum aradı ve "kadınlar anne olmadıkları zaman değil asıl evlatlarını toprağa verdiklerinde yarım kadın olurlar. Bugün 11 anne daha yarım kadın oldu" deyiverdi, söyleyecek söz bulamadım. Daha ne kadar sabredeceğiz, açılım, saçılım yutturmacalarıyla ülke teröre teslim edildi. Bu kaçıncı hadisedir neden bir türlü gerekli önlemler alınmaz? Terörü bir kere daha lanetledikten sonra gelelim başlığımıza taşıdığımız konuya.
Adettendir, bir futbol karşılaşması sonrasında yenik takım hep bahanelerin ardına gizlenmeye çalışır. Kusuru hakemlere, verilmeyen penaltılara, haksız kartlara, çalınan düdüklere atar. Kötü oynadık, bu sonucu hak ettik diyen nadirdir. Maalesef son zamanlarda siyasette de bu kural geçerli olmaya başladı. Kimse ayranım ekşi demiyor.
Almanya, birinci dünya savaşından bu yana dost ve müttefikimizdir. 1960'lı yıllarda kapılarını bize açmış, bugün 3,5 milyon dolayında yurttaşımız yaşıyor, yani Ermenistan'ın toplam nüfusundan fazla. Bunların birçoğu da Alman vatandaşı ve seçmeni. Soydaşlarımız sayesinde Erovizyon şarkı yarışmasında 12 puanı hep Türkiye alıyor, Almanya'dan. Nazi kalıntısı ırkçıların dışında Alman halkı Türk dostudur, iyi komşudurlar. Alanya başta olmak üzere güney sahillerimiz ve Ege'de 100 binleri bulan mülk sahibi Almanlar neredeyse yılın yarısını ülkemizde geçiriyorlar. Turnuvalarda Alman seyircisi kendi maçları dışında hep Türkiye'yi ve Türk takımlarını destekliyor. Daum gibi Türk milli takım formasını sırtına geçiren ve ikinci vatanım Türkiye'dir diyen nice Türk dostları vardır. AB konusunda bize en yakın duran yine Almanya'dır. Alman Cumhurbaşkanları, Şansölyeleri hep Türk siyasetçilerin yakın dostu olmuşlardır. Hatta birisi dünürümüz de olur. Dahası ihracatımız ve dış ticaret hacmimizin en fazla olduğu ülke Almanya'dır, sanayide ve yatırımda iyi bir partnerdirler.
Hal böyleyken, 100 küsur yıllık dostluk bağlarına ve iyi ilişkilere rağmen Almanya böyle bir kararı niye almıştır? Bunda Türk hükümetinin, parlamentosunun, sivil toplum kuruluşlarının hiç mi kusuru, vurdumduymazlığı, aymazlığı yoktur? Delikanlı ol ciğerimi ye ya da kanı bozuklar gibi diplomatik dile hiç de uygun olmayan sözlerle, yenik takımın antrenörü gibi kusuru başka yerlere yüklemek yerine önce nerede hata yaptık diye düşünmek lazımdır.
Aylar öncesinden bu konu gündemdedir. Acaba bakanlarımız, milletvekillerimiz, meslek kuruluşlarımız, sivil toplum örgütlerimiz Alman mevkidaşları ile bu konuyu görüşüşüp ikna cihetine gitmişler midir? Hükümetimiz bununu için görev vermiş midir? Meclis Başkanlığımız iktidar ve muhalefetten müteşekkil parlamento heyetleri kurmuş mudur? Biri geçmişte AKP'den milletvekili adayı olan Türk asıllı Alman parlamenterlerle müzakere edilmiş midir? Almanya'daki Türk dernekleri, vakıflar, cemaatler, iş adamları, kültür sanat dünyası, Türkiye'deki Alman yatırımcılar, harekete geçirilmiş midir? Almanya'daki 3,5 milyon soydaşımız Türk diasporası gibi hareket edecek şekilde motive edilmiş midir? Ne gezer, işin en kolay yolu kendi beceriksizliğini örtmek için başkalarını suçlamaktır.
Bir de işin başka yönü var. Bizim yörede "yoz sığıra saman dökmek" diye bir tabir vardır. Boşa kürek çekmek ya da sonucu olmayacağını bile bile bir işi yapmak anlamına gelir. Şimdi soruyorum. Ermenistan ile Erivan'da yapılan milli maça Cumhurbaşkanı düzeyinde katıldık, rövanşında stada Azerbaycan bayraklarının sokulmasını yasakladık, üstüne bir de özür diledik, Akdamar klişesini onarıp ibadete açtık, daha neler neler. Ne işe yaradı? Bu gayretin onda birini Almanya'da gösterseydik bu karar çıkmazdı.
Diplomaside kabadayılık sökmez, akıl izan ve bilgelik gerekir. Önce gereğini yapacaksın, önleyici tedbirleri alacaksın, sonuç alamasan da başın dik olur o zaman söz söylemeye hakkın olur. Bilgelikten söz edince merhum Süleyman Demirel'in A.B.D meclisindeki oylamadan önce söylediği sözleri hatırlatmak istedim. Merhum Demirel şöyle diyordu:
"Ermeni iddiaları konusunda ABD ile pazarlık yapılamaz. Türkiye'nin haysiyeti, onuru pazarlık konusu edilemez, haysiyetiyle oynanamaz. Hangi tarihi söylerlerse söylesinler tarihin tahrif edilmesi durumu değiştirmez. Bu konuda bir pazarlık yapılması kabul edilemez."
Demirel bir başka konuşmasında da şunları söyledi: "Bunların (Batı'nın) ne istediğini biliyorum. Sevr'i istiyorlar. Fırat'tan ötesini istiyorlar. Ne yapsak Batı'yı tatmin edemeyiz. Biz Osmanlı bakiyesiyiz. Osmanlı'dan 25 devlet çıkmış. İki devlet çıkmamış. Kürt devleti ve Ermeni devleti… Kolumuzu kestirmeyiz"
Evet kolumuzu kestirmeyiz… Buna heveslenen olursa da göğsümüzü siper ederiz. Kalın sağlıcakla.