Rahmetli Menderes ömrünü Türk tarımının gelişmesi, çiftçi ve köylüsünün ihyasına adamıştı. Kalkınma hamlelerinin başlangıç noktasında, altyapı ve sanayi yatırımlarının yönlendirilmesinde de hep bu hedef tetikleyici olmuştu. Menderes’in ardılı Demirel de hem Menderes’in bürokratı olarak hem de başbakan olarak aynı politikaların takipçisi olmuş, kıraç topraklarımızın suya hasretini dindirmek için ülkeyi barajlarla donatmış, tüneller, kanallar, kanaletlerle çatlamış toprağa su ve hayat vermişti. Her ikisinin de programlarının en önemli hedefi “kalkınma köyden başlayacaktır”, “şehirde ne varsa köyde de o olacaktır” sloganları altında belirlenmişti. Bu politikalar sayesinde ülke tarımı güçlenmiş, üretim artmış, çiftçi emeğinin karşılığını alabilir hale gelmiş, refah giderek tabana yayılma eğilimine girmişti. O dönemlerde Türkiye tarım ve gıdada kendine yeten 7 ülkeden biriydi.  O yüzdendir ki; bugüne kadar DP ve AP’nin % 56’ları bulan oy oranını hiçbir siyasi hareket yakalayamamıştır.

CHP’deki İnönü, Ecevit değişiminden sonra rahmetli Ecevit yüzünü halka dönmüş, kasketi başına geçirmiş, CHP’nin militarist, jakoben, seçkinci anlayışını değiştirmeye çaba göstermiştir. Belki de Atatürk’ten sonra ilk kez adında yer alan “Halk” sözcüğünün hakkını verir hale gelmiş ve 46 sonrasında ilk kez %40’ ların üzerine çıkmıştır. Ancak Ecevit, dürüst, romantik, insancıl, sevecen, halkçı karakterine ve arkasındaki desteğe karşın kısa süreli iktidarlarında başarılı olamamıştır. Bunun en büyük sebebi ise etrafındaki Marksist temelli, devşirme sözde sosyal demokrat beceriksiz ekonomistlerdir. Ne Ali Nejat Ölçen’in ütopik halk sektörü ucubesi, ne köykent projeleri ne de tanzim satışlar bekleneni veremediği gibi ekonomi iyice dibe vurmuş, yokluklar, kuyruklar, karaborsa tavan yapmıştır.

Ecevit, seçim meydanlarında kulağa hoş gelen, aracıyı kaldırıp Silifke’de tarlada 10 kuruş olan domatesi İstanbul’da bir liraya satılmasına izin vermeyeceği vaatleriyle oy toplamıştı. İktidara gelir gelmez de bu vaatleri gerçekleştirmek için tanzim satış mağazalarını devreye soktu. Bu mağazalar piyasanın kendi kurallarıyla değil, devletçi bir zihniyetle yönetiliyordu. O yüzden hem vatandaşların umduğu oranlarda ucuzluk getirmedi, hem de zarar ederek devletin sırtına yeni yükler getirdi. Oluşan kuyruklar da tuzu biberi oldu. Kısa sürede devletin sırtına yeni bir kambur olan bu mağazalar, işlevselliğini kaybederek sıradan marketlere dönüştü.

Bugün ise Damat bey sanki yeni bir icatmış gibi 40 küsur yıl önce iflas etmiş bir sistemi bir gecede yeniden ortaya çıkarıverdi. Gazetelerde yer, yer bir km kuyrukların oluştuğu tanzim satış araçlarının boy, boy fotoğrafları yer alıyor. Sosyal medyada ise Ecevit geri gelmiş esprileri dolaşıyor. Keşke işe yarasa, ama nafile fiyatlar tüketiciyi çok da fazla tatmin etmediği gibi üstelik bir de limitli. Tıpkı karne devri gibi her müşteri en fazla 3kg domates, 5kg patates soğan alabiliyor. Yani onca yolu tepip, minibüs parası ödeyip, üstelik saatlerce kuyruk bekleyip birkaç günlük sebze alabilmek değecek bir iş değil. Fiyat düşürmenin yolu devlete manavlık yaptırmak değil, üretimi artırmak ve girdi maliyetlerini düşürmektir.

Geçen gün sebze, meyve fiyatlarındaki olağan dışı artışlar konusunda bu sektörün duayenlerinden sayılan bir dostumla uzunca bir sohbet yaptım. Ben tatmin oldum, öyle vurun abalıya denilecek kadar, fırsatçılar denilerek hedef gösterilecek kadar fahiş karlar yok sektörde. Kalem, kalem maliyetleri birlikte hesapladık. Biz dostumuzun uzmanlık alanı olan limon üzerinden gittik ama domates, biber, patlıcan için de aynı hesabı yapabiliriz.

İskenderun’da bahçede dalında limonun kg maliyeti 60-70 kuruş dolayındadır ki; bu fiyatın üreticiyi tatmin etmesi kesinlikle mümkün değildir. Buna yaklaşık 25 kuruş hasat maliyeti eklenir. Toplanan limonlar işletmeye taşınır, orada kağıtlara sarılır, ambalajlanır 25 kuruş da bunun maliyeti vardır. Limonların bozulmadan taşınması için sepet adı verilen ambalaj malzemesi kullanılır, bunun da kiloya isabet eden tutarı 15 kuruştur. Limonların Manisa’ya nakliyesi 20 kuruş/kg tutar. Limonların Manisa haline geliş maliyeti yaklaşık 1.55 TL’ye ulaşır. Halcilerin resmiyet adını verdikleri rüsum ve sair giderler 5 kuruştur böylelikle maliyet 1.60 TL olur. Bütün bu organizasyonu yapan, her türlü gideri karşılayan, tahmil, tahliyeyi yaptıran, eleman çalıştıran vergi ödeyen halci bunun üzerine sadece %20 kar ekler ve hal çıkışı limonun maliyeti 1.92 TL’ye ulaşır %1 KDV ve şehir içi taşıma ile yuvarlak hesap 2 TL diyelim. Pazarcı esnafı kendi çalıştığı ve KDV olmadığı için sabah 2,5 TL akşam pazarı 2,25 TL ye razı olur. Manav ise kira, elektrik, stopaj, KDV ve sair giderleri hesap ederek KDV dahil(%8) 3 TL altında satamaz. Marketler ise eleman çalıştırdıkları için belki birkaç kuruş pahalı satabilirler. Büyük marketler eğer tüm bu saydığım organizasyonu kendi yaparak ürünü kaynağından temin ediyorsa bir miktar daha düşük satması gerekir. Manisa’yı bilmem Ankara’da fiyatlar üç aşağı, beş yukarı bu seviyelerdedir. İstanbul için durum daha farklıdır. Yollarda otoyol parası ödeyeceksin, Yavuz Selim köprüsü kazığını yiyeceksin, radara girip ceza ödeyeceksin, 20 kuruş saydığımız navlun en az 50’ye çıkacak. Zira Antalya’dan, Mersin’den yüklediğin araç en geç gece 2-3 dolayında İstanbul haline inmek zorunda. Sabaha kalırsan o günün pazarına, marketine mal veremezsin ertesi güne kalırsa ürünün bozulma riskiyle karşı karşıyasın.

Türkiye’de üreticinin sahibi Tarım Bakanlığıdır, ticareti düzenleyen, TTK ve 5957 sayılı hal kanununu yürüten ise Ticaret Bakanlığıdır. Tanzim satışı yönlendiren belediyeler ise İçişleri Bakanlığı gözetimindedir. Bunların hiçbiri yok, Damat bey açıklama yapıyor.

Çare bu uygulama değildir. Üretici perişan. 60-70 kuruştan limon satıp zarar ediyor. Tüketici ise 3 liradan satın aldığında zaten perişan oluyor. Hesap ortada, tanzim satışlar belki devletin kamyonuyla mal taşıyıp navlun ödemeyecek (20 kuruş), halcinin giderini (32 kuruş) ödemeyecek toplamda 52 kuruş tasarruf edecek, karda almazsa 3 TL limonu 2,25’e alırız. Belki de ürünü ambalajsız dökme getirecek işletmeye 25 kuruş ödemeyecek ama bu kez de bozulma riski taşıyacak. Peki bu durumda tanzim satışların, devletin kamyonu, devletin personeli ile organize ettiği bu işlerin faturasını kim ödeyecek. Tabi yük gene vatandaşın sırtında, ödediği vergilerle bu zararı finanse edecek. Üstelik çiftçinin kendi malı olan Tarım kredi kooperatifleri de, çiftçinin cebinden buna alet ediliyor.

Çare nedir derseniz? Yukarıda bunun yolu, devlete manavlık yaptırmak değil, üretimi artırmak ve girdi maliyetlerini düşürmektir dedim ama köşede yer kalmadı. Detayı başka güne.

Bugünkü yazımı bir gün önceden yazıp hazırlamıştım ki; akşam saatlerinde Cihan Canuyar kardeşim arayarak Şule Tunalı’nın DP’den Büyükşehir adaylığını kabul ettiğini bildirdi. Hayırlı, uğurlu olsun. Anlaşılan Manisa’da kağıtlar yeniden karılacak.

Kalın sağlıcakla…