1924 Anayasası, Cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrılması mecburiyeti getirmiyordu. Doğal olarak Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal aynı zamanda Cumhuriyet Halk Fırkasının da lideriydi. Ancak Mustafa Kemal kalkınma meseleleri ve dış siyaset dışında Hükümet ve Parti işlerine hiç müdahale etmiyor tarafsızlığını muhafaza ediyordu.
Milli Mücadeleyi birlikte başlattıkları, Amasya Tamimini birlikte imzaladıkları, en yakın silah arkadaşları Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy yeni bir fırka kurma teşebbüsünde bulunduklarında tarafsızlığını bozarak yeni fırka için henüz erken olduğunu beyan etmişti. Sonrası malum konumuzun dışında kalıyor. Serbest Fırka'yı ise bizzat eski Başbakanlardan Ali Fethi Okyar'a teklif ederek kurdurmuştu. Niyeti hem iktidara alternatif yaratmak hem de iktidarın denetimini sağlamaktı. Cumhuriyet Halk Fırkası liderliği uhdesinde kalıyordu ama her iki fırkaya da eşit mesafede kalacağını ve her ikisinin de bir babanın iki evladı gibi görülmesi gerektiğini söylüyordu. Atatürk söylediklerinin arkasında durdu da, ancak beklenmeyen gelişmeler Fethi beyin partiyi feshetmesine kadar gitti.
Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1946 seçimlerinde bütün seçim düzenbazlıklarına rağmen Demokrat Parti mecliste ciddi sayıda milletvekili ile temsil edilir hale geldi. DP'nin beş gün süren 1947 deki birinci kurultayında Cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisinin kesilmesi kararı alındı ve bu karar meclise teklif edildi. Ancak iktidardaki CHP bu teklife dönüp bakmadı bile.
14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP ezici bir çoğunlukla iktidara geldi. 22 Mayıs günü ise Bayar DP'lilerin oyları ile Türkiye'nin üçüncü ve ilk sivil Cumhurbaşkanı seçildi. Anayasal zorunluluk bulunmadığı halde aynı gün DP genel başkanlığından istifa etti. Adnan Menderes'i Başbakan olarak atadı ve Menderes olağanüstü kurultayda oy birliği ile DP genel başkanı seçildi.
Celal Bayar milli mücadelenin sivil liderlerindendi, Galip Hoca olarak bilinen milis komutanıydı, hem Osmanlı Meclisi Mebusanı hem de 1920 den beri Büyük Millet Meclisi üyesiydi, İktisat Vekili ve Atatürk'ün son başbakanıydı. Elbette ki DP Hükümeti onun bu engin tecrübesinden istifade edecekti. Ancak o ilkeleri gereği parti genel başkanlığından istifa ettikten sonra parti meselelerine hiç müdahale etmedi.
CHP muhalefeti Celal Bayar'a söyleyecek söz bulamayınca bastonuna taktılar. Celal Bayar DP'nin kuruluş günlerinden itibaren topuzunda D harfi ile içine geçmiş P harfi bulunan ve P'nin kuyruğu aşağı kadar uzanan bir baston kullanırdı. O baston Bayar'ın artık ayrılmaz bir aksesuarı haline gelmişti ve elinden hiç düşürmezdi. Kim bilir belki de usta bir sanatkarın elinden çıkmış, onun için özel bir hatırası olan bir bastondu. Bir baston ile bir cumhurbaşkanının tarafsızlığı ölçülebilir mi? Kaldı ki Bayar mecbur olmadığı halde parti genel başkanlığından istifasını seçildiği anda vermişti. Bu konu Yassıada mahkemelerinde de gündeme getirildi. Darbecilerin mahkemesi bile bu konuda beraat kararı verdi.
1961 anayasası ise cumhurbaşkanlığının tarafsızlığı ilkesi ile eğer bir parti üyesi ise ilişkisinin kesilmesi zorunluluğunu getirdi. Özal'a kadar zaten partili Cumhurbaşkanı görmedik ama hangisi acaba partisiz olmasına rağmen tarafsızdı? 12 Martta beni devre dışı bıraktılar diyen, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Genel Kurmay Başkanı Org. Faruk Gürler'i bir gecede kontenjan senatörü yaparak aday olmasını sağlayan Cevdet Sunay mı? Yoksa diğerleri mi hangisi? Rahmetli Turgut Özal bile parti genel başkanı olmasına rağmen nispeten tarafsız kalabilmeyi becerebilmişti. Necdet Sezer'e gelince o da taraf olmadı mı?
Bana göre Anayasaya en uygun tarafsız Cumhurbaşkanlığını yapan rahmetli Süleyman Demirel olmuştur. Seçildiği gün merhum Özal'ın Yıldırım Akbulut'u atadığı gibi bir başbakan atamayarak yardımcısı merhum Erdal İnönü'nün vekalet etmesinin yolunu açmış, kalıcı başbakan için DYP kongresinin iradesini beklemişti. O zaman ben dahil çoğumuz eleştirmiştik kongrede birini işaret etmediği için. Hatta Erbakan'ın istifasından sonra Çiller'e görev vermeyerek Mesut Yılmaz'a görevi vermesine de kızmıştık. Ancak sonradan anladık ki her kararının arkasında bir gerekçe varmış. Kim bilir belki de ülkeyi büyük bir felaketin, uçurumun eşiğinden döndürmüştür.
Gelelim referandumda oylayacağımız anayasaya. Bu anayasa taslağı ile Atatürk'ün, Milli Şef İnönü'nün bile sahip olmadığı yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanı yaratıyoruz. Parlamentoyu neredeyse atanmışlar meclisine dönüştürüyoruz. Meclis denetimini ortadan kaldırıyoruz, Osmanlıdan beri var olan gensoruyu kaldırıyoruz. Parti Genel Başkanının yüksek yargı üyelerini atamasının, HSYK üyelerini atamasının yolunu açıyoruz.
Düşünebiliyor musunuz? Ebe tayini için, öğretmen, imam tayini için, oğlumuza, kızımıza iş bulmak için il başkanının, ilçe başkanının kapısını aşındırmaya alışmıştık. Şimdi mahkemelere torpil için aynı yola başvurmak zorunda kalırsanız yarın kafanızı duvarlara vurmayın. Oyunuzun kıymetini bilin, kendi oyunuzla bundan sonra vereceğiniz oyları geçersiz kılmayın. Partinizi, liderinizi çok seviyor olabilirsiniz, memnun da olabilirsiniz, yarın seçim olsun gene oyunuzu verin ama kendi oylarınızla gelecekteki oylarınızı hükümsüz kılmayınız. Ya bu yetkiler yarın hiç de sevmediğiniz birinin eline geçerse onu düşünün.
Bu millet 14 Mayıs 1950'de anasının ak sütü gibi helal oylarıyla, tek adamlığa, Milli Şefliğe son verdi. Aynı millet yeni bir tek adamlık rejimine geçit verir mi? Kendi hür iradesini tek bir kişiye ciro eder mi?
Kalın Sağlıcakla