Nereye gidiyoruz, nereye koşuyoruz? Doğası cennetten bir parça, her köşesi yaratanın bolca güzellikler, harikalar bahşettiği benim güzel vatanım, güzel ülkem nereye gidiyor? İnsanları fukara da olsa mutlu, huzurlu, doğasını seven, komşusunu, insanını seven, şükretmesini, kanaat etmesini bilen, devletine, milletine, ülkesine ve bayrağına sadakatle bağlı halkım nereye koşuyor? Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Vah! Ki ne vah!
Çocukluğumuzda, okul sıralarında yanımızda oturan arkadaşımızın kimliğini bilmezdik, dinini, mezhebini bilmezdik, sormazdık, merak da etmezdik. Pomak mıdır, Boşnak mıdır, Arnavut mudur, Kürt müdür, Çerkez midir, Alevi midir, Sünni midir, dindar mıdır, değil midir? Hiç mi, hiç ilgilendirmezdi bizi. Koleje başlayınca gayrı Müslim arkadaşlarımız oldu, onları da isimleri farklı olduğundan bilirdik. Yahudi midir, Ermeni midir, Rum mudur, yoksa Levanten midir? Hiç merak etmezdik, onlar da kendilerini hiç bizden farklı hissetmezdi. Kısacası hoşgörü hakimdi toplumda. Kimse kimsenin yaşam tarzına karışmaz, dindarlığını ya da namazı, orucu, dini vecibelerini yerine getirmemesini sorgulamazdı. Bakkallar içki şişelerini gazete kağıdına sarar, ramazanlarda lokantaların camları tepeye kadar gazete kağıdıyla kapatılır, göz önündeki meyhaneler tatile girer, oruç tutanlara saygıdan kimse ulu orta yemez, sigara bile içmezdi. Kimse de oruç tutmayana yan gözle bakmaz, ayıplamaz, hor görmezdi.
Ya şimdi ne hale geldik? Berberim, hem saçımı kesiyor hem anlatıyor; karşı komşusu Kürt asıllı bir yurttaşımızmış. Ramazanda birlikte iftar açarlar, hafta sonları birlikte pikniğe giderler arada bir de kafa çekerlermiş. Evlerinin anahtarlarını birbirlerine teslim ederler, yokluklarında eve göz kulak olurlar, çiçekleri sularlarmış. Çocukları da okula birlikte giderler, mahallede top oynarlar, ergenliklerinde de sırlarını paylaşırlarmış. Onlar da en az benim kadar PKK'ya lanet okur, şehitler geldikçe benim kadar üzülürdü ama bugün mesafeliyiz diyor. Birbirlerine düşman gözle bakmasalar da eski dostlukları, samimiyetleri kalmamış, üzülüyorum abi diyor.
Milletçe üzülüyoruz! Damat, kayınpeder arasına, enişte kayın arasına da girmiş bu nifak. Televizyon başında şehit haberleri geldikçe, kayınpeder sallıyor tumturaklı bir küfrü, bela okuyor, biraz da kantarın topuzunu kaçırıyor, PKK eşkıyasıyla Kürt asıllıları karıştırıyor birbirine. Haliyle kızını verdiği damat alınıyor, surat asıyor, buğz ediyor, ne de olsa o da Kürt asıllı. Peki bunun müsebbibi kim? En az PKK eşkıyası kadar lafın nereye gideceğini hesap edemeyen idarecilerimiz, siyasetçilerimiz de suçludur bana göre. Bugün TV izlerken kanım dondu, virgülüne bile dokunmadan aktarıyorum konuşmayı: "Sivillere üç gün mühlet verilsin çıkarılsın Nusaybin'den sonra girilsin ilçeye taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakılmasın".
Yahu nereye giriyorsun, düşman toprağına mı? Yaşlısı var, yatalağı var, bebeği var, çocuğu var, gidecek yeri olan var olmayan var. Nereye kovuyorsun bu insanları, kendi evinden yurdundan? Buna pire için yorgan yakmak denir, Devlet eşkıyayla mücadele etmeli ama sivillerin burnu bile kanamamalıdır.
Efendim Karaman'da bir vakıf yurdunda 45 evladımıza cinsel istismarda bulunuldu, savcılar gerekeni yapıyorlar, ama asıl idari tedbiri alması gerekenler bir kereden bir şey olmaz deyip geçiştiriyorlar. Meclis soruşturması iktidar oylarıyla reddediliyor. Koruyorlar adeta, neden? Nedenini söyleyeyim, eski dostları paralel adını verdikleri yapıyla teröre karşı yaptıkları mücadelenin 10 katını yapıyorlar. Haliyle dünkü müttefiklerinin yerine de yenilerini koyuyorlar. İşte o malum vakıf yeni müttefikleri, çoğunun da yetiştiği ocak, toz kondurmuyorlar o yüzden. Onlar korurken, karşı taraf ta, onlara saldıracağım derken dine saldırıyor, gel de çık işin içinden. Hele ana muhalefet liderinin üslubuna ne demeli, haklı da olsa bir hanıma söylenmeyecek lafı söylüyor. Olan ülkenin çoğunluğunu teşkil eden hem Cumhuriyetin değerlerine ve hem de kutsal değerlerine bağlı samimi Müslümanlara, dindar demokratlara oluyor.
Maalesef hem etnik, hem mezhepsel, hem de dini kutuplaşma, ayrışma ülkeyi giderek daha büyük felaketlerin eşiğine sürüklüyor. İş işten geçtikten sonra yırtınsan da fayda yok. Kimse şunu unutmasın… Bir tarafın aşağılamaya çalıştığı, iftiralar attığı, yok saydığı, din düşmanı ilan ettiği Mustafa Kemal olmasa bu gün semalarımızda Ezan-ı Muhammediyi duyamazdık. Cuma namazı kılmak bile hürriyetin olmadığı yerde farz olmaktan çıkardı.
Diğer taraftan da milletin dinine ve hürriyetine bağlılığı olmasa, milli mücadeleyi cihat kabul eden Ankara Müftüsü Rifat Efendinin (Börekçi) fetvası olmasa ve bu fetvayı Anadolu'da onaylayan Demirci Müftüsü büyük dedem İbrahim Hakkı efendi(Akın) gibi yüzlerce aydın din adamları olmasa milli mücadelenin kazanılması da pek kolay olmayacaktı. Sarıklı, cüppeli diye aşağılanan Küçük Ağaların milis komutanlarının da katkıları göz ardı edilmemelidir.
Din toplumların çimentosudur, birlik ve bütünlüğünü sağlayan en önemli yapıştırıcıdır. Değerlerinizi birer birer yitirirseniz acaba toplumu hangi ortak değerlerde buluşturacaksınız. Belki kabak tadı verdi diyeceksiniz ama ben amaca ulaşıncaya kadar söylemeye devam edeceğim. Bugün Türkiye'de merkez sağ siyaset anlayışının eksikliği vardır, ayrışmanın, kutuplaşmanın sebebi de budur. Kalın sağlıcakla.