Geçtiğimiz Pazar babalar günüydü. Babalar evlatlarıyla kucaklaştılar, keyifli anlar yaşadılar. Belki bir telefon görüşmesi, SMS, whatsapp mesajıyla ya da görüntülü aramayla gönül aldılar. Kimileri ise kabir ziyaretiyle, Fatihalarla andılar babalarını. Sosyal medyada paylaşılan videolar, mesajlar, hatta bazı reklam filmleri de çok etkileyiciydi. Hele bir tanesi vardı ki çok anlamlıydı. Hayat sormuş neyin eksik? Diye. “Babam” yanıtını almış. Gerisini sormamış bile…

            Gerçekten de yaş kemale erince daha çok anlıyorsun eksikliğini. Babamı kaybettiğimde henüz hayata atılmamış, gencecik bir üniversite talebesiydim. Onun varlığında geçirdiğim 23 yıl da öyle aman aman keyif sürerek geçmemişti. 27 Mayıs darbesi, Yassıada mahkemesi, Kayseri cezaevi mahpusluğu çocukluğumu yaşatmamıştı bile bana. En güzel yıllarım ise cezaevi dönüşü tekrar Manisa’ya döndükten sonraki günlerimizdi. Sonrasında ise okul gaileleri, üniversite öğrenimi için gurbete gidişim nedeniyle ayrı kalışımız hep eksiklikti benim için.

            Çocukluğumda, ergenliğimde en keyif aldığımız şeylerin başında Pazar sabahları annem kahvaltı hazırlarken evin erkekleri olarak yatak odasında, babamın ayakucunda gazetelere göz atmak olurdu. Bir de babamın sohbetlerinde anlattıklarını dinlemekten keyif alırdım. Güzel anektotlar, hikayeler anlatırdı, ama öyle eğlenceli hikayeler değil. Ünlü devlet adamlarının, Fransız ihtilali fikir adamlarının, Eflatun, Solon, Aristo gibi eski Yunan filozoflarının hikayeleri, anektotları olurdu çoğu zaman. Çoğu da hürriyet, cumhuriyet, demokrasi, devlet, hukuk ve adalet üzerine olurdu. Hele, Fransız adliye binalarında yazılan “Ekmekçiyi Unutma” ibaresinin öyküsü çok etkilemişti beni. O dönemde Dreyfüs Davasından evde çok söz edilirdi. Biraz büyüyünce hemen babamın kitaplığından aldım bir çırpıda okudum “Dreyfüs Meselesi” adlı kitabı. Yassıada yargılamaları ve o döneme ait birçok kitabı da okudum. Yaşım itibariyle belki çok iyi kavrayamamış olabilirim ama dinlediklerimle de birleştirince çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Hatta içlerinde darbecilerin itiraf niteliğindeki anıları da vardı. Tabi ilerleyen yaşlarımda tekrar, tekrar okumayı da ihmal etmedim. O yüzden demokrasi ve adalet kavramları daha ergen yaşlarımda dünya görüşümü ve hayat tarzımı belirlemeye başlamıştı.

            1974’de siyasi yasaklar kalkınca babam yeniden siyasete atıldı, törenle Adalet Partisine katıldı. Birlikte kongrelere, toplantılara gidiyorduk. Bir kongre konuşmasındaki sözleri bazı şeyleri daha iyi anlamama neden olmuştu. Diyordu ki:

            “Milli iradenin üstünde hiçbir güç yoktur. Halk ne isterse o olur. 1946’da halk hürriyet istiyordu, demokrasi istiyordu; Demokrat Parti doğdu. 1961’de ise Yassıada mezalimine ve hukuksuzluğuna karşı adalet özlemi duyuyordu; Adalet Partisi doğdu”.

Demokrasi ve adalet; işte sıkı sıkıya sarılmamız ve asla taviz vermememiz gereken iki kavram. Bu ikisinden vazgeçersek devlet de yok olur.

            O nedenledir ki siyasal görüşlerimiz farklı da olsa, CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşünü canı gönülden destekliyorum. Adalet sadece Enis Berberoğlu için değil herkes için lazımdır, bir gün herkes adaletin şaşmaz terazisine ihtiyaç duyabilir. O terazi şaşarsa da, devlet zaafa uğrar, güven bunalımı doğar.

Bizlerin ömrü hep adalet arayışıyla geçti, yasaksız Türkiye’yi savunduk, konuşan Türkiye dedik. Rahmetli Demirel’in “Yollar Yürümekle Aşınmaz” sözü tarihe geçti. Kendisi demonstrasyon hakkı derdi, anayasal haktır derdi. Barışçıl olduğu sürece kimse de bu hakkın kullanılmasına engel koymamalıdır.

            Düşünüyorum da, rahmetli İsmet Paşa, Berin Menderes kendisine tavassut için geldiğinde, “çok geç kalındı artık bir şey yapamam” diyeceği yerde Sayın Kılıçdaroğlu gibi adalet istiyorum deseydi acaba Menderes ve arkadaşlarının haksız yere idamlarını önleyebilir miydi? En azından kendisi yapmasa da Yassıada kararlarına karşı çıkanların anayasal gösteri haklarını kullanabilecekleri bir zeminin oluşmasına yardımcı olamaz mıydı? Unutmayınız idamlar MBK’da bir oyla kabul edildi. Halkın gösterileri sayesinde, vicdan sahibi bir komite üyesi oyunu değiştiremez miydi?

            15 Temmuz gecesi, Sayın Cumhurbaşkanının sokaklara çıkın çağrısıyla halk sokaklara dökülmeseydi o hain darbe önlenebilir miydi acaba? O yüzden kimse bu yürüyüş için kanunsuzdur, hukuksuzdur falan demesin. Bu anayasal haktır, herkese lazım olabilir.

            Yeri gelmişken yazımı bir anektotla tamlayayım. Bilinen bir hikayedir ama bilmeyenler için ben tekrarlayayım:

            İngiltere’de köklü bir gelenek varmış. Halktan biri öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalarmış. Bir soylu öldüğünde çanlar iki kez çalarmış. Kral öldüğünde ise çanlar üç kez çalarmış. Bir gün beklenmedik bir şey olmuş, çanlar tam dört kez çalmış. Halk sokaklara dökülmüş, şaşkın bakışlarla ne olduğunu anlamaya çalışırken “kraldan büyük kim ola ki” diye kilisenin papazına sormuşlar. Meğerse o gün mahkeme hiç de adil olmayan bir kararla haksız yere birini idama mahkum etmiş. Bu karara atıfta bulunan papaz “bugün adalet öldü” diye cevap vermiş.

            Kalın sağlıcakla…