Salı günü Ziya Paşa ile ilgili yazım birçok okurumun hoşuna gitmiş. Telefonla, e-postayla ve mesajlarıyla bana ulaşan dostlarım takdirlerini ilettiler. Benim verdiğim örnekleri de çoğaltmışlar, söylenen her doğru olmayan sözleri birer, birer yazmışlar. Bunları son çırpınışlar olarak değerlendirenler hiç de az değil. Doğrusu bu yazılanlar, iletilenler her yeni yazı için de ilham kaynağı oluyor benim için. O yüzden bugün gene Ziya Paşa’nın bir sözünü başlığımıza taşıyarak, iktidarın ayinesini (aynasını) gözler önüne sereceğim. 

            CHP İstanbul milletvekili İlhan Kesici rahmetli abimin yakın dostuydu. DYP kuruluşunda ve sonrasında DYP araştırma merkezinde çok yakın mesai harcamışlardı. O araştırma merkezinde benim de çok emeğim vardı. Sayın Kesici DYP kurucularındandı, GİK üyeliği yaptığı dönemde abim de Yüksek haysiyet Divanı üyesiydi. 1991 seçimlerinde Sayın Kesici İçel’den (Mersin) birinci sıra adayıydı, ben de Manisa ikinci bölgede önseçimle ikinci sıraya gelmiştim. Hem Manisa’da hem de Mersin’de DYP harikalar yarattı ve ezici bir farkla seçimi kazandık. Ne yazık ki; hem Kesici ve hem de ben ilk ve son defa uygulanan ve yabancısı olduğumuz tercih sistemi nedeniyle seçilemedik. Merhum Demirel’in seçim sonuçları alındığında, “bir İlhan’a bir de Naci’ye çok üzüldüm” dediğini bizzat yanındakilerden işitmiştim. Kısmet değilmiş. Seçimden sonra o DPT’nin başına getirildi ben de onun memleketinin dev sanayi kuruluşu Sivas Demir Çelik İşletmelerine Genel Müdür oldum. O günden beridir de diyaloğumuz hiç eksik olmaz. Doğrusu CHP’den ayrılıp merkez sağın başına geçmesi için çok gayret ettim ama muvaffak olamadım. 

            Sayın Kesici ülkemizin yetiştirdiği en yetkin kalkınma ekonomisi ve politikaları uzmanlarındandır. Demirel ekolünden yetiştiği için rakamları da konuşturmasını çok iyi bilir. Sadece TÜİK ve diğer resmi rakamları değil, OECD, Dünya Bankası ve diğer uluslararası rakamları, endeksleri, raporları da yakından takip eder. Zaman zaman bu rakamları ve bilgileri benimle de paylaşır, ben de kendimce analiz etmeye çalışırım. Bugün de öyle yapacağım. 

            Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz dedik ya! Ben de AKP iktidarının 15 yıllık icraatlarına ayna tutmaya çalışacağım. 15 yılın sonunda dış borç toplamı: 453 milyar dolar, toplam yabancı sermaye yatırımı: 200 milyar dolar. Yani yabancıların toplam riski 653 milyar dolar. Kısa vadeli, yani hemen ödenmesi gereken dış borç toplamı 220 milyar dolar. Kuyruğu kaptırmış mıyız? Kaptırmışız. Peki bu para Hazinede var mı? Yok. Öyleyse yeniden borçlanacağız demektir. Ticaretle uğraşanlar bilirler, para kime verilir? Kredibilitesi, itibarı olana verilir. Yoksa tefecinin eline düşersin, varını yoğunu kaptırırsın. İtibardan tasarruf olmaz deniliyor ya hani! Sarayı ipotek ettirsen bu parayı bulamazsın. Öyleyse değişimi şart görüyorum, piyasalara güven verecek, yatırdığı parayı geri dönüşü olabilecek alanlara yatırarak borç ödeme garantisi verebilecek iktidarlara ihtiyaç var. Türkiye bunu geçmişte yaptı, yine yapar ama geçmişin birikimini mirasyedi gibi harcayıp elde avuçta ne varsa satana kimse borç vermez. 

            Peki 15 yıllık AKP iktidarında kredibilitemizi artıracak, itibar kazandıracak rakamsal veriler var mı? Yok. Efendim büyüme rakamları var diyorlar, öyle mi? Ne büyüyor? Taş, toprak, beton, ithalat büyüyor. Sanayi büyümüyor, milletin cüzdanı büyümüyor, aksine küçülüyor. Dış ticaret açığı büyüyor, borçlar, faizler büyüyor, işsizlik büyüyor. Rakamlara bakalım mı? 

            15 yılda dış ticaret açığı: 820 milyar dolar, cari açık: 557 milyar dolar, ödenen faiz: 455 milyar dolar. Cumhuriyet tarihimizin en hazin tablosu. Hani sizden önce hiçbir şey yoktu ya! Sizden öncekilerin yaptıklarını sata, sata, elde avuçta bir şey bırakmadığınız özelleştirmenin toplamı ise sadece 60 milyar dolar. 

            Şimdi sıkı durun! Atatürk Barajının yatırım maliyeti sadece 5 milyar dolar. Türkiye’nin 15 yılda aldığı borcun faiziyle tam 91 tane Atatürk barajı yapılırdı. Atatürk barajının projeleri merhum Süleyman Demirel döneminde yapıldı kredi sözleşmesi de Demirel’in azınlık hükümeti zamanında imzalandı. 12 Eylül darbesiyle durakladı, rahmetli Özal yeniden hayata geçirerek tamamladı ve ürettiği enerji, suladığı Harran ovasının bereketiyle para basıyor. Borcunu çoktan ödedi, halen de Hazineye gelir aktarıyor. GAP bünyesindeki Demirel’in en büyük hayali 7 küpeli gelin ve sonrasında yapılan diğer barajlar enerji üretiyor, susuzluktan çatlamış kıraç topraklara hayat veriyor, bölge insanının refahını artırıyor. DSİ, şimdi Demirel’in barajlarında biriktirdiği suları, tünellerle, sulama ağlarıyla tarlanın başına kadar getirdiği suyu vatandaşa fahiş fiyatlarla satıyor, ama olsun hiç olmazsa toprağını sulayabiliyor diyebilirsiniz. 

            Demirel borç yiğidin kamçısıdır derdi ama aldığı borcu efektif kullanır, geri ödenebilir, ülkeye gelir getirecek alanlara yatırırdı. Erdemir, Petkim, Tüpraş, TAKSAN, TEMSAN, TÜMOSAN, Seydişehir Alüminyum, İsdemir, Etibank Boraks, Karadeniz Bakır İşletmeleri, sayısız maden, metalürji, kimya fabrikaları, savunma sanayi yatırımları, barajlar, köprüler, sadece birkaçıdır. Özel sektöre verdiği teşvikler de keza hep ülke kalkınmasına fayda sağlayan yatırımlara, otomotiv, demir çelik, makina imalat, beyaz eşya, elektronik gibi istihdam sağlayıcı ve döviz kazandırıcı alanlara yatırılmıştır. Geri ödemelerde de konjonktürel durumlar dışında sıkıntı yaşanmamıştır. Keza rahmetli Özal da farklı tercihlerle de olsa aynı yolu izlemiştir. 

            Bugünkü iktidar ise bu yatırımların çoğunu satarak ülke varlığımızı yok etmiştir. Sakın özelleştirmeye karşı olduğum falan sanılmasın, ama özelleştirmenin de bir raconu vardır. Herkesin anlayabileceği şekilde söylemek gerekirse; Kümesteki tavuklarınız her gün size bir yumurta veriyor, kesip satar mısınız? Elbette kesmezsiniz, zira elde edeceğiniz gelir sadece 15 günlük yumurta kazancınız kadar olur, ama kısır tavuğu kesmenizde bir engel yoktur. Fabrikaları da aynı mantıkla elden çıkarmanızda sakınca yoktur. Artık verimliliğini kaybetmiş, devletin sırtına yük olan veya devletin çekilmesi gereken alanlardakini satabilirsiniz ama alanın da verimliliği artıracak teknolojik yatırımları yapmasını şart koşarsınız. Yoksa altın yumurtlayan fabrikaları, ya da sadece kıymetli arazileri için rant amacıyla satmak ahmaklıktır. 

            Rakamlar diyor ki; son 15 yılda alınan borçlar taşa, toprağa, betona yatırıldı geri dönüşü de yok. Ben söylemiyorum rakamlar söylüyor. İşte son 15 yılda ülkemizin getirildiği ekonomik tablo budur. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şimdi bir kez daha şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanıdır. Özellikle iş yapan kesim, esnafımız, tüccarımız, sanayicimiz, iş adamımız iki kere düşünmelidir. Dar gelirlimiz, işsizimiz, gençlerimiz, kadınlarımız, çiftçi ve köylümüz zaten işin farkında. Umut dağın ardında değil, seçim sandığı mesafesi kadar yakınınızda. Sonradan elim kırılsaydı dememek için herkes görevini yerine getirmelidir. Kalın sağlıcakla…