Refah Partisi'nin yükselişe geçtiği dönemde rahmetli Erbakan ve arkadaşları, ulusal medyada yer alamadıklarından yakınarak muhafazakar çizgide bir televizyon kanalı kurmaya karar verirler. Bu kanalın Milli Gazete gibi parti yayın organı değil, tarafsızlık imajı veren, sadece dini yayın yapmayan, dizileriyle, haber programlarıyla tabanlarının dışındaki halkın da ilgisini çekebilecek bir yayın politikası izlemesi öngörüldü ve Kanal 7 doğdu.
Kanalın sermayesi, Kombassan Holding Başkanı Haşim Bayram, Zekeriya Karaman sembolik olarak da Recai Kutan tarafından konuldu ama asıl büyük para Avrupa'da Milli Görüşçülerden bağış yoluyla sağlandı. Bugün AKP çizgisinde olan Kanal 7 sahipleri sermayemizde bir kuruş bile bağış yoktur dese de, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak 7 Haziran seçimleri öncesinde yaptığı bir tv konuşmasında, "Milli Görüşçülerin parasıyla kurulan kanala bu gün kendi paramızla bile çıkamıyoruz" diye yakınıyordu.
1994'de Kanal 7 fiilen yayın hayatına girdikten sonra yavaş yavaş da izlenme oranlarını artırmaya başladı, fakat asıl büyük sıçramayı 28 Şubat döneminde yaşadı. Bu dönemde Ahmet Hakan yeni medyanın yıldızı olarak parlamaya başlıyordu. Ahmet Hakan tarafsız haberciliği ile birden bire Ali Kırca'dan sonra en çok izlenen anchorman (canlı haber sunucusu) oluvermişti. Hazırlayıp sunduğu İskele Sancak adlı haber programının reytingleri Ali Kırca'nın Siyaset Meydanı programını yakalamış hatta geçmişti bile. İmam hatip kökenli olması ve muhafazakar çevreden yetişmiş olmasına rağmen, objektif değerlendirmeleri, habercilikte tarafsızlığı, özgürlüklere bağlılığı nedeniyle demokrat kesimde hatta laik çevrelerde bile izlenir olmuştu. Bu arada Kombassan zor duruma düşmüş, ortaklıktan ayrılmış, Refah Partisi kapatıldıktan sonra Recai Kutan da hisselerini devretmişti. Böylelikle Kanalın hisseleri ve idaresi Fazilet Partisinin yenilikçi kanadının eline geçti. Bu durum AKP'nin kuruluşunu müteakip iyice su yüzüne çıktı.
AKP iktidarında kanal 7 giderek objektif yayıncılık ilkelerini terk ederek AKP ve Erdoğan'ın sözcüsü durumuna geldi. Ahmet Hakan 2004 yılında özgürce program yapamaması nedeniyle Kanalla yollarını ayırdı, ama Yeni Şafak'ta yazmaya devam etti. Bir süre sonra oradan da ayrıldı. Onun Doğan gurubuna geçmesi başlangıçta çok yadırgandı, hatta işin aslını bilmeyenlerce Aydın Doğan'ın İktidara yakın durmak amacıyla onu transfer ettiği bile söylendi. Buna mukabil iktidar yandaşı basın ona veryansın ediyor, döneklikle suçluyor hatta özel hayatına bile girerek belden aşağı vurmaya çabalıyordu. Sonunda bugünlere gelindi ve bu nahoş hadise yaşandı.
Ahmet Hakan'a düzenlenen saldırı, bir haftadır medyada her yönüyle tartışılıyor. Kimlerin suçluluk psikozu içinde olayı saptırmaya çalıştıkları, kimlerin suskun kaldığı, kimlerin nasıl tepki verdikleri kamuoyunun gözü önünde cereyan ediyor. Ben bunlara hiç girmeyeceğim, bu hadisenin ötesini gözler önüne sermeye çalışacağım.
Bu hadise devletin ne kadar sahipsiz ve çaresiz kaldığını da gözler önüne sermiştir. Terör mücadelesinden alınan dünkü kahraman özel harekatçıların, boşlukta kalınca nasıl kirli ve karanlık işlerin içine girdiklerini bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
TV ekranlarından, gazete köşelerinden, alenen tehdit edilen bir basın mensubunun yazılı başvurularına rağmen koruma tahsis edilmemek suretiyle nasıl şiddetin kucağına itildiği, güvenliğimizin nasıl laçka ve tesadüflere kaldığını da ortadadır.
Bugüne kadar dev gibi kurumlar yönettim, kendi kurumumuza güvenlik personeli alırken bile "Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun" hükümlerine uygun olarak alırdık. Bu Kanundaki şartları taşısalar bile personel güvenlik soruşturması, istihbaratı ve Valilik onayı olmadan iş başı yapamazdı. Bu saldırganlar içinde yer alan ve suç dosyaları kabarık kişiler nasıl olmuş da özel güvenlik belgesi alabilmişler? Devletin istihbaratı, güvenliği, valilikler bu kadar mı vurdumduymaz, devlet bu kadar mı zaafa düşürülmüştür?
Bir de dış itibarımız var. 2002 de AKP iktidara geldiğinde basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye 99. Sırada yer alıyordu. AKP 28 Şubat izlerini silmeye başlayınca 2007'de 98. Sıraya indi, sevindik. Ancak, 2011 de 132'ye, 2014'de 152. Sıraya yükselmemiz sevincimizi kursağımızda bıraktı. Bakınız 163 ülkeden 152.sıradayız yeni Türkiye'nin dışarıdan görünüşü işte böyledir. Bu sıralamada bir dizi senaryosundan yaratılan terör örgütü nedeniyle delilsiz ispatsız 290 gündür tutuklu bulunan gazetecilerin, TİVİBU sansürünün, Ahmet Hakan saldırısının yansıması daha yok.
Olayın bir de ekonomik boyutu var. 2023 vizyonunu ortaya koyduklarını iddia edenler aslında bu vizyonun sadece ekonomiyle sağlanamayacağını, yabancı sermaye olmadan bunu gerçekleştiremeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Siz ne tedbir alırsanız alın, yabancı sermaye bir ülkeye yatırım yaparken o ülkenin reytinglerine de bakar. Siz basın özgürlüğü sıralamasında 163 ülkeden 152. Sıradaysanız yatırım ortamı nasıl olursa olsun tereddüt eder. Zira yatırımcı gideceği ülkenin siyasi şartlarını, güvenliğini, barış ortamını, huzur ve istikrarını öğrenmeden gelmez bunun için de güvenilir haber kaynaklarından bilgi almayı yeğler. Uluslararası muteber yayın organları farklı, o ülkedeki yayın organları farklı yazıyorsa, ya da o ülkede doğruları yazanlar tutuklanıyor, darp ediliyor, sansürleniyor, taciz ve tehdit ediliyorsa kime ve nasıl güvensin? Hele hele hukuk sistemi siyasallaşmışsa yabancı sermaye bekleyin ki gelsin.
Velhasıl hiç de iyi bir noktada değiliz. Bu yazıyı yazmaya başladığımda eski bakanlardan bir dostum aradı. Kurban bayramını Manisa ve ilçelerde geçirdiğini söyledi ve "10 yıl önceki, 5 yıl önceki AKP ve Erdoğan aşkı bitmiş, ama evlilik kısmen ve kerhen sürüyor" dedi. Öyleyse yeni bir heyecan gerekir, 1 Kasım da bunun için bir vesiledir…
Kalın sağlıcakla.