Geçtiğimiz Pazar 14 Mayıstı. O gün 4 önemli günü birlikte kutladık. Kuşkusuz, varlık sebebimiz, annelerimizin bu günü hemen herkesin ittifak halinde kutladığı gün olarak kabul ediliyor. Her ne kadar kimileri bugünü tüketimi artırmak için sonradan icat edilmiş bir gün olarak görse bile, bizim inanışımıza göre analarımızın baş tacımız olduğu da yadsınamaz.

            O gün aynı zamanda Eczacılar günü ve Dünya Çiftçiler günüydü. Eczacılarımız illerdeki oda temsilcilikleriyle kendi hallerinde kutladılar bugünü. Türkiye Ziraat Odaları Birliği de Dünya Çiftçiler Gününü, Türkiye’nin dört bir yanından gelen çiftçilerle Ankara’da Tandoğan Meydanında bir mitingle kutladı. Ne yalan söyleyeyim devlet himayesindeki bu miting, çiftçilerimizin üretimden gelen güçleriyle düzenledikleri eski mitinglerinin onda biri bile değildi.

            Gelelim dördüncüsüne yani bugünkü yazımızın ana konusu olan 14 Mayıs 1950 seçimlerinin yıldönümüne. 14 Mayıs Türk siyaseti ve demokrasisi açısından bir milattır. Merhum Atatürk’ün en büyük hedeflerinden biri olan Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma idealinin gerçekleştiği gündür. 14 Mayıs halkın hür iradesiyle, analarının ak sütü gibi helal oylarıyla oligarşik dikta yönetimini, tek adamlık ve milli şefliği devirerek kendi temsilcilerine iktidarı teslim ettikleri gündür.  

            Bilim adamları, tarafsız gözlemciler, aklı başında siyaset adamları, hangi siyasal çizgide olursa olsun demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş halk kesimleri de bunu böyle kabul eder. Demokratlar ve onların torunları da hiçbir zaman bunu Demokrat Partinin bir zaferi olarak nitelememiş, demokrasinin zaferi olarak görmüştür. 14 Mayıs tüm dünyaya da örnek teşkil etmiştir. O günün siyasal ve sosyal şartları göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye gibi henüz gelişmesini tamamlamamış bir ülkede iktidarın kansız, darbesiz, hilesiz, entrikasız bir biçimde el değiştirmiş olması sadece kendisinden geri ülkelere değil Avrupa’ya bile örnek olmuştur. Demokrasinin bu zaferi için sadece Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarına değil, hileli ve şaibeli 1946 seçimleri ardından, demokratik adımları atan, açık oy gizli tasnif garabetinden vaz geçerek gizli oy açık tasnif yöntemini benimseyen, 1948’lerden itibaren, CHP yönetimini jakoben ve diktatoryal hevesleri olan kişilerden alarak daha liberal ve demokrat kadrolara teslim eden İsmet Paşaya da teşekkür etmek gerekir.

            Üzerinden 67 yıl geçtikten sonra 14 Mayısın anlamı ve önemi, 14 Mayısta iktidardan düşürülen siyasal akımın bugünkü aktörlerince de daha iyi anlaşılır hale gelmiştir. Nitekim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceki yıllarda Adnan Menderes ve arkadaşlarının anıt mezarlarını ziyaret etmiş bir anlamda 27 Mayıs darbesini dolaylı da olsa desteklemiş partisinin geçmişiyle yüzleşmekten kaçınmamıştır. 16 Nisan Halkoylaması öncesinde de DP kurucusu ve 3. Cumhurbaşkanı merhum Celal Bayar’ın kızı AP eski milletvekili Nilüfer Bayar Gürsoy’u Çiftehavuzlardaki evinde ziyaret etmiş, desteğini istemiştir. Gürsoy da demokratlığının gereğini yaparak hem görüşlerini kamuoyu ile paylaşmış, hem de gazeteler tam sayfa ilan vererek hayır oyu istemiştir.

            Maalesef 67 yıl içinde yaşanan onca şeylerden sonra bile, marjinal bir kesim hala 14 Mayısı karşı devrim gibi görmekte ve göstermekektedir. Bunların tezlerini dayandırmak istedikleri tek husus, ezanın Türkçeden başka bir dilde okunamayacağına dair kanunun DP iktidarınca kaldırılmış olmasıdır. Oysa Atatürk’ün ezanın Türkçeleştirilmesi hususundaki yaklaşımı ile bu iddiaların sahiplerinin yaklaşımı tamamen birbirine zıttır ve asla kabul edilemez.

            İslam dinini çok iyi bilen ve anlayan, şeceresinde çok sayıda, Mevlevi şeyhleri, Halveti şeyhleri ve din adamları bulunduğu belgeleriyle ispatlanan Atatürk, dinin yozlaşmasının önlenmesini, hurafelerden arındırılmasını, gerçek Müslümanlığın layıkıyla öğrenilmesini arzu ediyordu. Nitekim ilk kez Kura’anı Kerimin Türkçe mealinin yazılmasını da o emretmişti. Bu bağlamda Mustafa Kemal namaza davet olan ezanın da Türkçe okunmasının doğru olacağını düşünmüştür ve 1932 yılında çıkarılan bir kanun ile ezanın Türkçeden başka bir dilde okunması yasaklanmıştır. Ancak bu sadece kentlerde uygulanabilmiş, halk tarafından benimsenmemiştir. Nitekim o dönemde yaşlıların Türkçe anlayamadığı Doğu ve Güneydoğuda halkın aşina olduğu Arapça ezanı okunmaya devam etmiştir. Batıda ise kırsal kesimde önce Türkçesi sonra da asıl hali okunmaya devam edegelmiştir. Atatürk sağlığında bunu görmüş, bu kanunun tutmadığını görerek işi zamana bırakma yolunu seçmiştir. Cezai müeyyideler ise Atatürk’ün sağlığında hiç uygulanmamış, takibat yapılmamıştır. Atatürk’ün vefatı üzerine başlayan Milli Şeflik döneminde ise bu kanun, dini baskılayacak bir araç olarak kullanılmış, ezanı asli şeklinde okuyanlar hapse atılmışlardır (kanun yasağa uymayanlar hakkında 3 aydan iki yıla kadar hapis cezası öngörmekteydi).

            Demokrat Parti seçim döneminde halka bu yasağın kaldırılacağını vadetmiştir. Kanun TBMM’de görüşülmüş, halkın mağduriyetlerinin önlenmesi amacıyla söz konusu kanunun sadece, ezanın Türkçeden başka bir dilde okunamayacağına dair olan hükmü CHP’li bazı milletvekillerinin de oylarıyla ittifaka yakın bir oyla kaldırılmıştır. Kanunun diğer hükümleri halen meridir. Yani DP iktidarı ezanın Arapça okunmasını hükme bağlamamıştır sadece Türkçeden başka dilde okunması yasağını kaldırmıştır. İsteyen Türkçe ya da başka dilde okur, isteyen de asli haliyle okur yasak değildir. Ancak herkes asli şekliyle okuyor. Acaba karşı devrim iddiasının sahipleri, mahallesindeki caminin müezzininden bugün de Türkçesini okur musun, diye ricada bulunmuş mudur? Eminim, o müezzin de muhatabının namaza geleceğine inansa bu ricayı kırmazdı.

            Karşı devrim iddiası safsatadan ibarettir. DP iktidarı Atatürk’e yeniden itibar kazandırmış, paralara, pullara resmini tekrar koydurmuş, Devlet dairelerinde asılmasını sağlamış, Atatürk’ü koruma Kanununu çıkarmıştır. En önemlisi de müze köşesinde tabutunun içinde çürümeye bırakılan na’şını, şanına yakışır bir anıt kabir yaparak vatan toprağına tevdi etmiştir. Mustafa Kemal’in muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefinin en önemli adımları da DP döneminde atılmıştır. 14 Mayısı karşı devrim olarak görenler de, Atatürk’e hakareti matah sayan terbiyesizler de bunu böyle bilmelidirler. Kalın sağlıcakla…