ÜLKEMİZİN demokrasi ile darbeler arasında gidip geldiği günleri fazladır. 1960 ihtilalinden sonra ordumuzun içinde sivil yönetimi hakir görüp, "Bunlar mı bize emir verecek?" diyerek darbe teşebbüsleri içinde örgütlenenler hep vardı. Bunda, sivil toplum örgütlerinin ve aydın geçinenlerin de rolü büyüktü. Siyasetçilerin hiç mi günahı yoktu? Parlamentoda Cumhurbaşkanı seçmek için bir araya gelemeyenler, her gün sağdan soldan binlerce gencin öldürüldüğü ortamda sıkıyönetime rağmen çare bulamayınca, 12 Eylül 1980'de Kenan Evren yönetimindeki komuta kademesi olarak ülke yönetimine el koydu.
İSTİHBARAT ZAAFI MI VAR?
Bugün ise günlerdir konuşuluyor, "15 Temmuz darbesi kansız bir şekilde neden önlenemedi? İstihbarat zaafı mı var?" diye. Bakın, o günleri yaşamış, 11 Eylül günü de Başkent'te başta Sosyal Güvenlik Bakanı Sümer Oral olmak üzere Başbakan rahmetli Süleyman Demirel ve kabine üyeleriyle görüşmüş biri olarak söylüyorum, ne önlem alırsanız alın, ordu kademelerinde ne değişiklik yaparsanız yapın, önleyemiyorsunuz! Başbakan Süleyman Demirel'e 12 Eylül ihtilalinden önce, "Ordunun içinde kıpırdanmalar var" diye haber ve bilgi gelmedi mi sanıyorsunuz? Başbakan Demirel ordu üst kademesinde şüphe duyulan bütün kuvvet komutanlarını değiştirdi. Ege Ordu'dan Manisa'nın Alaşehir ilçesinde doğan Kenan Evren Paşa'yı getirdi. Adalet Partisi (AP) Manisa Milletvekili Alaşehirli Süleyman Çağlar ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sümer Oral, Kenan Evren Paşa ile can ciğer kuzu sarması gibiydi. Elbette o gün ülkenin hali de iyi değildi. Polis Teşkilatı ikiye bölünmüştü. Mezhep kavgaları ve sağ sol davası nedeniyle insanlar birbirlerini katlediyordu. O zor günleri gazeteci ve siyasetçi olarak yaşadım. Demirel, sıkıyönetim komutanlarına her türlü yetkiyi vermesine rağmen olaylar durulmuyordu. 12 Eylül darbesi gerçekleşince ne hikmetse her şey bir günde süt liman olur hale geldi.
11 EYLÜL 1980'DE ANKARA'DAYDIM
Gelelim 11 Eylül'e, o gün Selahattin Canuyar, Ali Filizkan, ben ve rahmetli Emin Güntürk ile Ankara'daydık. Sosyal Güvenlik Bakanlığı Kızılay'daydı. Bakan Sümer Oral ile bir araya geldik, sonra TBMM'ye gittik. Rahmetli Emin amcanın bir yakını Polatlı'da askerdi, O'na ziyarete gitti. Ankara'nın göbeğinde bombalar patlıyor, gençlerin birbiriyle çatıştığı oluyordu. Durum iyi değildi! Sümer beyle bunları konuştuk, TBMM'yi gezdik, Başbakan Süleyman Demirel ile görüştük, saat 14.00'de de Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na döndük. Sümer Oral'ı severdik, O da bizleri sever ve değer verirdi. Bakan Oral bize ısrarla, "Akşam yemeğini beraber yiyelim, yola öyle çıkın" diyordu. Kararsızdık. Bir ara Bakan yanımızdan ayrıldığında Emin amca, Selahattin Canuyar'a, "Polatlı'daki asker yeğeni gördüm, ‘Tanklar Ankara'ya doğru yürüyor' dedi" deyince, Selahattin Canuyar hayatta, Emin amcayı azarlar nitelikte, "Şom ağızlılık yapma" dedi. Ben duruma hemen müdahale ettim. Aramızda kısa bir görüşmeden sonra yola çıktık. Gece 22.30 sıralarında Manisa'ya geldik. Ben Dilşeker Mahallesi'ndeki evime geldim. Yol yorgunluğu ile hemen yattım. Sabah saat 07.00 sıralarında eşim Nermin hanım, "Kalk, ihtilal oldu" dedi. "Dün Ankara'daydık, nereden çıktı?" dememe kalmadı, radyodan marşlar okunurken ülkeye ordunun el koyduğunu öğrenmiş oldum. O tarihte hem gazeteciliğin, hem de siyasetin içindeydim. AP İl Başkanı Ümit Canuyar'ın yönetiminde partinin İl Sekreteri'ydim.
ÇANTAMI HAZIRLADIM
Hafızama 1960 ihtilalinden sonra Demokrat Parti (DP) yöneticilerinin gözaltına alınışları geldi. Hemen küçük bir çantanın içine giysilerimi ve birkaç eşyamı koyarak evden çıktım. Dere boyundan Jandarma Birliği'ne gitmeye çalışıyordum. Jandarma Komutan Vekili Keramettin Demirdöven Binbaşı ile ihtilal öncesi Emniyet Müdürü Necdet Menzir ile birlikteydik. Gidip O'na teslim olmak istiyordum. Yakalanmadan Jandarma'ya ulaştım. Komutan askerleri toplamış talimatlar veriyordu. Beni gördü, "Hoş geldin kardeşim" dedi ve beraberce makamına oturduk. Ben tedirginim. Keramettin Binbaşı talimat verdi, kahvaltı hazırlattı. Benim yiyecek halim yoktu. Bana, "Ne bu halin? Kahvaltını yap, buradan doğruca Tugay Komutanlığı'na git, gazeteciler için sokağa çıkma izni verildi" dedi. Kendi kendime, "Komutan dostluğu nedeniyle bana gereğini yapmıyor, Tugay'a gönderiyor" dedim. Yapacak bir şey yoktu. Halkın seçtiği iktidar devrilmiş, TBMM feshedilmiş, partiler de kapatılmıştı. Keramettin Binbaşı yine bana, "Endişe edilecek bir durum yok, Tugay'a git, kartını al" dedi. Tugay'a gittim, Abdullah Paşa ile karşılaştım, "Ne işin var?" dedi, ben de, "Paşam, gazetecilerin görevlerini yapması için izin çıkmış, onun için geldim" dedim. Emir subayına baktı, emir subayı da, "Böyle bir emir geldi" dedi. Abdullah Paşa, "Git al" dedi. Ben kartı aldım, doğruca Emniyet Müdürlüğü'nün karşısındaki Sergen Pastanesi'ne gittim. Yüksel Gördes'in de fotoğraf stüdyosu oradaydı, aynı zamanda Demokrat İzmir ve Cumhuriyet Gazetesi'nin muhabiriydi. İhtilalin ilk dakikalarından öğleye kadar orada oturdum.
ŞEHİTLER VEREREK ÖNLEDİK
Manisa'da 12 Eylül ihtilalinde sağcı ve solcu gençler gözaltına alındı, hatta CHP yönetimi de. Bizlerle ilgili, yani AP mensuplarından gözaltına alınanları hatırlamıyorum. Bu ihtilal de çok acı geçti. Bugün AK Parti Milletvekili olan Selçuk Özdağ çok işkence gördü diğer gençler gibi. 7 yıl hapse mahkum edildi. O gün de 12 Eylül ihtilalinin arkasında Amerika'nın olduğu hep dile getirildi. Bugün, 15 Temmuz darbesinin arkasında Amerika'nın parmağının olduğu iddialarının dolaştığı gibi. 15 Temmuz'u Allah'a şükür halkın zaferi ve şehitler vererek önledik.
Gün birlik beraberlik günüdür. Bütün siyasi partiler bundan sonra diyaloglarını daha iyi geliştirsinler. Bu ülke hepimizin.